Aslında, sürpriz sayılmayacak bir bombalamanın ardından Başbakan Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Paşa, soluğu Diyarbakır'da aldılar. Devletin orada hazır bulunması iyi bir psikolojik taktik. Lâzım ve elzem. Asker kendi alanındaki görevini, hükümet de siyasî ve idarî alandaki görevini uyumlu bir koordinasyon içinde yaparsa, elbette ki olumlu sonuçlar alınacaktır. Önyargılı yaklaşımlarla, birinden birini ötekinin önüne geçirmenin veya daha hakim bir konumda tutmaya çalışmanın anlamı yoktur. Hükümet kendi yetkileri kapsamında gerekeni yaparken, askerler de sınırlı, sorumlu sınır ötesi ve sınır berisi alanlarda kendine düşenleri yerine getirecektir.
Diyarbakır olayından önce, araba kundaklamaları üzerine yazacaktım aslında bu yazıyı. Bir yerde Kandil Dağı harekâtından sonra yurdun muhtelif yerlerinde bu tür sabotajların, suikastlerin olacağını tahmin etmek zor değil. Bırakın örgüt psikolojisini veya stratejisini en azından insan psikolojisi gereği bu tür saldırıların olacağı kuvvetle muhtemeldir. Etki tepki meselesi.
Van'da, Bursa'da hazırlık aşamasında yakalanması da gösteriyor ki, araba kundaklama potansiyeline sahip olduğu anlaşılan örgüt veya örgütler eleman bulabildikleri veya gönderebildikleri herhangi bir yerde de bombalama eylemi gerçekleştirebilirler. Devletin meşru kolluk kuvvetleri bu durumda gözünü beş açmak zorundadır.
Diyarbakır vukuatını yansıtan medya "Bebek katilleri" vurgusuyla olayı duyuruyor. PKK'nın acımasızlığını veya haksızlığını teyid bağlamında uygun bir manşet. Ancak haksız yere öldürülen kim olursa olsun öldürenin "katil/zalim" oluşunu hafifletmiyor. Katilse katil, caniyse cani, fark etmiyor.
Bir gemide 9 masum bir katil bulunsa, o masumlar için gemiyi batırmamak adaletin, Kur'ân tabiriyle "Adalet-i mahza"nın gereğidir. Çağımızda bu terimi yeniden hayatiyete geçirerek, sosyal ve siyasal meselelere bakmada önemli bir kıstas haline getiren Bediüzzaman Said Nursî'ye göre "Hatta 9 katil 1 masum olsa , yine o gemiyi adalet-i mahza gereği batıramazsınız."
Doğudaki bir hatanın bedelini Batıdaki bir vatandaştan çıkarmanın, Kandil Dağındaki bir harekâtın misillemesini Diyarbakır'daki bir öğrenciden ya da asker-subay çocuğundan çıkarmanın dâvâya, hakka ve haklılığa hiçbir katkısı olamaz, olmaz ve olmayacaktır da.
Canavar siyasetin gereği olarak böylesi toptan hesap sormalar, haklı/haksız ayırmadan adaletin mizacındaki "temyiz-tefrik" özelliğini ayaklar altında çiğnercesine yapılan misillemeler tarih önünde bu işin faillerini haklı olmaktan çıkarıp "zalim" konumuna getirir.
Görülüyor ki, haklı olduğunu ileri süren bir taraf mücadelesini meşru zeminde, adalet ve hakkaniyet ölçekleri çerçevesinde yürütmezse, yeni zulümlere ve cinayetlere yol açar. Misliyle mukabele eden öbür taraf da haklı hale gelmeyerek zalimliğiyle baş başa kalır.
Fikir ve düşüncelerin silâhla ifade edilmesi durumunda, fikir sahibi kendi kendini bitirmiş ve iflasa sürüklemiş olur. Bu yapılanları gördükten sonra yapana "çılgın" denilmesi de kaçınılmaz bir gerçektir. Allah akıl ve iz'an versin.
05.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|