Bir ara BBC yayın kurumu, Darwin'in ortaya attığı evrim teorisinin hangi ülkelerde daha çok itibar gördüğü ile ilgili bir çalışma yaparak sonuçlarını yayınlamıştı. Çalışmaya göre teori en çok Hindistan'da kabul görmüş. Darwin'in kendi memleketi İngiltere'nin değil de, yıllarca kan kusturduğu ve bir zamanlar en zengin ülkelerden biri iken en sefil hale getirerek terk ettiği eski sömürgede kabul görmesi dikkat çekici.
Evrim teorisinin Batı'da, insanın güya evriminde hayvandan insana geçişte Batılıların bir adım önde olması gibi gerekçelerle kısmen itibar görmesi anlaşılabilirken, Doğuluların tavrını anlamak gerçekten zor.
Batı, kurduğu sömürgelerle Doğunun elinden her şeyi aldı. Bir insanlık kalmıştı, onu da Darwin vasıtasıyla alıyor. Evrimi tamamlayıp maymunluktan tam olarak kurtulabilmek için şöyle bir "yüz bin seneniz daha var" diyor.
İngiltere'de Darwin'in kabul görme oranı az olsa da, sahip çıkılıyor. Londra'nın merkezinde adına tam donanımlı bir müze kurulmuş. Doğu toplumlarının kandırılmasına sebep olarak modern sömürgeciliğe yardımcı olduğu için mi, yoksa kendi memleketlerinden bir bilim adamı olduğu için mi tam bilemiyoruz. Fakat bilinen bir şey var ki o da, Doğu toplumları gibi "ya siyah, ya beyaz" demiyorlar. Yani bizim gibi bulduğu bir şeyi ya göğe çıkarıp, ya yerin dibine batırmıyorlar. Olumlu ya da olumsuz önemli değil diyerek ilmî bir çalışma olarak kabul edip kişilerin şahıslarına saygı duyuyorlar. Sonuçlarını kabul etmek ayrı bir konu onlar için.
Şimdi aktüel bir konuya geçelim. Geçenlerde hatırlanacağı üzere, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Vatikan'a gidip Papa 16. Benedictus'tan "fahrî piskopos" unvanını aldı. Öbür yandan İngiltere'nin eski başbakanı Tony Blair de yine Vatikan'a gidip Papa'nın huzurunda daha muhafazakâr olan Katolik mezhebine geçti. ABD'nin ise eskiden beri Avrupa'dan çok daha ilerde olduğu herkesin malûmu.
Hâdisenin en dikkat çekici kısmı, bu kişilerden birinin laikliğin ve sekülerizmin kalesi Fransa'nın cumhurbaşkanı olması, diğeri de dünya siyasetinde çok önemli bir ülke konumunda olan İngiltere'nin hem de İşçi Partisinin lideri olması.
Sarkozy'nin bu davranışı, katı laiklikte en yakın takipçisi hatta yasaklarla istismar edilen uygulamada daha da radikal olan Türkiye'yi iyice zor durumda bırakmıştır. Batılı liderler papaz olurken biz Doğululara da evrim teorisinde olduğu gibi Hindistan rolü düşüyor.
Adamların çıkıp da kendi halklarına "Ey millet! Sakın bu evrim teorisi ve sekülerizm gibi cilâlı lâflara inanmayın! Bunları sömürgeler için icad ettik!" demedikleri kaldı. Ama tavır ve davranışları farklı değil.
Şimdi gelelim hâdisenin farklı bir boyutuna. Batılı liderler gerçekten dinden uzaklardı da, hatalarını anlayıp dönüşüm mü geçiriyorlar? Yoksa eskiden beri dinî hüviyetlerine sahip çıkan kişiler mi?
Sorumuza cevap için Yirmi Altıncı Mektup'tan bir bölüm aktaralım. Orada "Avrupa dini terk etti, ilerledi" şeklinde özetlenecek bir itiraza verilen cevapta şöyle deniyor: "Din-i İslâmı Hıristiyan dinine kıyas edip Avrupa gibi dine lâkayt olmak, pek büyük bir hatadır. Evvelâ, Avrupa dinine sahiptir. Başta Wilson, Lloyd George, Venizelos gibi Avrupa büyükleri, papaz gibi dinlerine mutaassıp olmaları şahittir ki, Avrupa dinine sahiptir, belki bir cihette mutaassıptır."
Evet şimdiki liderlerin de eskilerden geri kalır tarafı yok. Demek ki propagandaya kanmamak gerekiyor. Aslında bir husus daha var ki o da, Batılı liderler son dönemlerde dine daha çok vurgu yapıyorlar ve daha görünür bir destek veriyorlar. Sebebi de Batı toplumundaki millî ve manevî değerlerdeki çözülme ile hızlanan bir çöküşü önlemek için, düşünen beyinler ve sorumlu mevkilerdeki yöneticiler dinden başka bir çare bulamıyorlar.
Şüphesiz, tahrif edilmiş ve bir sürü tezatlarla dolu mensuh bir dinin bu çözülmeyi ne kadar geciktirebileceği ayrı bir soru. Bize düşen ise iki cihan saadetini netice veren mukaddes dinimize hakkıyla sahip çıkmak.
07.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|