Sivil Toplum; AB'ye katılım görüşmelerindeki eksik halka mı?
Katılım müzakereleri, uluslar arası bir anlaşmaya varmaya çalışan egemen yapılar arasındaki bütün gürüşmelerde olduğu gibi hükümetler arasında gerçekleştirilmektedir. Müzakereler sırasında AB üye ülkelerinin hükümet temsilcileri ve aday ülkeler bir masa etrafında toplanıp aday ülkenin 'kulübe' katılması için mevcut olan en iyi şart ve şartlar üzerinde anlaşmaya varmaya çalışırlar. Söz konusu kulüp AB olunca, müzakerelerin başlıca konusu, aday ülkenin (topluluğun 130.000'den fazla sayfadan oluşan mevzuatı olan) AB müktesebatını ne kadar erken ve ne kapsamda uygulayabileceği olmaktadır. Bu sorunun cevabını en iyi verebilecek olansa mevzuat değişikliklerinin yapılmasından ve mevzuatın uygulamasından sorumlu olan aday ülkenin hükümeti değil midir?
İlk bakışta, bu sürece sivil toplum kuruluşları sektörünün dahil olmasına gerek yokmuş gibi gürünse de, geçmişte yaşanan genişleme süreçleri AB'ye bunun tam tersinin doğru olduğunu göstermiştir. Aslında katılım hazırlıkları sırasında, aday ülke tarafından o kadar geniş kapsamlı reformların yapılmasını gerektirmektedir ki, bunu, sivil toplumla yakın işbirliğinin sağlayacağı halk desteği olmadan başarmak imkânsızdır. Bu sebeple sivil toplum, müzakerelere doğrudan dahil olmasa da katılım sürecinin kilit önem taşıyan bir paydaşı haline gelmektedir.
Sivil toplumun rolü, katılım sürecinin vatandaşlar üzerindeki etkileri konusunda farkındalık oluşturmaktan, çeşitli çıkar gruplarını temsil etmek ve politika oluşturma sürecine girdi sağlamaya kadar uzanan geniş bir yelpazeyi içermektedir.
AB'ye giriş beni nasıl etkileyecek?
Bu soru, insanların haklı olarak kendilerine sıklıkla sorduğu bir sorudur. Aktif sivil toplumlarda insanlar aynı soruyu temsilcilerine sorarlar. İster hükümet bünyesinden olsun, ister hükümet dışı olsun, işte bu temsilcilerin görevi de iyi niyetle ve objektif bilgilerle bu kişilere cevap vermektir. Katılım yalnızca teknik ya da finansal bir konu değil aynı zamanda insanların genişlemiş bir Avrupa'da nasıl yaşayacakları ve çalışacakları üzerinde doğrudan etkileri olan bir süreçtir.
İnsanların endişeleri ve önem verdikleri konuların emanetçisi ve bilgilendirilmiş bir şekilde müzakerelerin destekçisi olan sivil toplumun rolü, AB'ye katılım konusunda lehte ya da karşı oy verilirken, daha akılcı ve daha az duygusal bir temelde karar vermeyi sağlaması açısından çok önemlidir.
Senin çıkarın benim çıkarımdır!
İş çıkar grupları, gündemlerini kamu alanına taşıma konusunda uzun bir yol almış durumdadırlar. Aynı şey iş dünyası dışında da gittikçe artan bir şekilde devam etmektedir. Bu durum, seslerini duyurabilmek için güçlenme ve temsil edilme ihtiyacında olan engelliler, azınlıklar, kadınlar ve çocuklar gibi savunmasız gruplar için özellikle geçerlidir. Sivil toplum, bu gruplar için de kamu yetkilileriyle ilişkilerde ideal bir sözcü olabilir.
Vatandaş-dostu politikalar
Sivil toplum, vatandaşlara hükümetlerden daha yakındır. Halkla fiziksel ve duygusal bir yakınlığa sahiptir ve bu da sivil toplum temsilcilerini ve kuruluşlarını bürokratlara nazaran halkın gözünde daha güvenilir ve inanılır bir hale getirmektedir. Profesyonel bir sivil toplum, vatandaşlardan geri bildirim alıp verebilir ve reform politikalarının insanların beklentilerini karşılayacak şekilde olmasını sağlamak için sözkonusu politikalara girdi sağlayabilir.
Şunu da açıkça belirtmek gerekir ki, bu örnekler sivil toplum ile kamu sektörü arasındaki yakın ilişkinin genel olarak iyi yönetişime ve özel olarak da katılım sürecinin yönetimine getirebileceği faydalara verilebilecek örneklerin yalnızca birkaçıdır.
STK'ların uygun yasal, siyasî ve sosyal ortamlara ve yüksek bir profesyonelliğe sahip olması, sivil toplumun AB katılım sürecine etkili bir katkıda bulunmasını sağlayacak "olmazsa olmaz" şartlardır. Bu süreç, eğer başarılı olursa, AB'nin yalnızca bir devletler birliği olmasına değil, aynı zamanda AB'nin kurulmasını sağlayan fikir babalarının da istediği gibi, halkların topluluğu olmasına yardımcı olacaktır.
(AB-Türkiye Görünüm Bülteni)
|
07.01.2008
|
|
Vicdanî red
Son günlerdeki iki haber bir çok Avrupa ülkesinde uygulanan vicdanî red hakkını tekrar gündeme getirdi. Önce bu iki haberi hatırlatayım:
"Fenerbahçe Ülker'in tecrübeli basketbolcusu İbrahim Kutluay askerlik problemi yüzünden sarı-lacivertli renklere resmen veda etti. Yunanistan'ın Selanik PAOK takımı ile anlaşan Kutluay, askerlik yasası sezon içinde çıkarsa Fenerbahçe'ye dönebilecek."
"Millî sporcuların askerlik tecil hakkının 35 yaştan 38'e çıkartılması için hazırlanan yasa tasarısı henüz yasalaşmadığı için, Fenerbahçeli Millî Futbolcu Tümer Metin'in 2 Ocak'ta vatanî görevine başlaması büyük ölçüde kesinleşti. Yurt dışında 3 yıl bir takımda oynaması durumunda askerliğini 28 gün yapma hakkını elde edecek olan Tümer, Hollanda ve Almanya'dan takımlarla transfer görüşmelerini sürdürüyor. Milli futbolcu, bu kulüplerden biriyle anlaşırsa, bonservis parasını kendi cebinden verip gidecek."
En basit tanımıyla "kişinin ahlaki tercih, dinî inanç ya da politik sebeplerle askere gitmeyi reddetmesi" olan vicdanî redde Avrupa Konseyi üyesi olan 46 üye devletten sadece Türkiye ve Azerbaycan bu yükümlülüğe uymuyor. Kamuoyunun yakından tanıdığı sporcular bile askerlik sebebiyle farklı metodlara başvuruyor.
"İngiltere, Almanya, İrlanda, Hollanda, Belçika, Fransa, Lüksemburg, İspanya, Malta, Slovenya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan zorunlu askerlik hizmetini kaldırarak profesyonel orduya geçtiler. Zorunlu askerliği kaldırmayan ülkelerde ise mutlaka askerliği vicdanî sebeplerle yapmak istemeyen insanlara sivil hizmet yapma seçeneği getirildi. Avusturya 7 ay askerlik hizmeti karşılığı 11 ay kamu hizmeti, Danimarka 4-12 ay arasında değişen askerlik hizmeti karşılığı 4-13 ay kamu hizmeti, İsveç 7,5 ay askerlik hizmeti karşılığı 7,5 ay kamu hizmeti, Finlandiya 180 gün askerlik hizmeti karşılığı 395 gün kamu hizmeti, Estonya sekiz ay askerlik hizmeti karşılığı 11 ay kamu hizmeti seçeneği tanıdı. Ermenistan da Avrupa Konseyi üyesi olma yükümlülüğünün gereği olarak 1 Temmuz 2004'ten itibaren alternatif hizmet yasasını uygulamaya başladı. Avrupa Konseyi üyesi olan 46 üye devletten Türkiye ve Azerbaycan bu yükümlülüğe uymadılar. Yunanistan da l997'de vicdanî red itirazında bulunanlara 8,5 ay askerlik hizmeti karşılığı 13 ay kamu hizmeti seçeneğini getirdi. Güney Kıbrıs da bu olanağı tanıdı." (Ümit Kardaş, Radikal 30.05.2005)
Vatan hizmeti askeri ve sivil her konumda yapılabilmektedir. Türkiye de bu hakkı tanımalıdır.
|
Yılmaz Çelik
07.01.2008
|
|
Cansuyu Arama ve Kurtarma göreve hazır
Cansuyu Derneği, muhtemel afetlere karşı uzman bir arama ve kurtarma ekibi kurdu. Kısa adı CAK olan ekip, aldıkları arama ve kurtarma eğitiminin ardından göreve hazır hale geldi. Ekip, olabilecek bir deprem felâketinde göçük altında kalanları kurtarmak için kendi araç ve ekipmanlarıyla acil müdahalede bulunabilecek.
Şimdilik 10 kişiden oluşan uzman kurtarma ekibi, bir afet anında acil kurtarma ve yardım çalışmalarında bulunacak. Afet koordinasyon merkezi ve il valiliği ile ortak hareket edecek. CAK ekibinden sorumlu Cemalettin Lafçı, Türkiye'nin deprem kuşağında olduğunu, muhtemel bir İstanbul depremine karşı devletin ve sivil toplum kuruluşlarının bu hassas konuya ağırlık vermeleri gerektiğini vurguladı.
|
07.01.2008
|
|
2007'de 64 gazeteci öldürüldü
Merkezi New York'ta olan Gazetecileri Koruma Komitesi'nin yıllık raporuna göre, 2007 yılında dünyanın çeşitli ülkelerinde toplam 64 gazeteci öldürüldü. Böylece 2006 yılına göre, öldürülen gazetecilerin sayısı 8 arttı. Öldürülen gazetecilerin yarısına yakın bir bölümü Irak'ta öldü. 31 gazeteci ölümü ile Irak, medya mensupları için en tehlikeli ülke oldu. Bu arada, 2007 yılı, komitenin bu yöndeki çalışmalarını başlattığı 1981 yılından bu yana gazetecilerin en çok öldürüldüğü ikinci yıl oldu. 1994 yılında Ruanda, Bosna ve Cezayir'deki çatışmaların etkisi ile 66 gazeteci öldürülmüştü.
|
07.01.2008
|
|
"Tüketiciye Saygı: 2007" süreci başladı
Tüketiciler Birliği tarafından her yıl verilen Tüketiciye Saygı Ödülleri için başvuru süreci başladı. Tüketiciler Birliği tarafından; tüketici bilincinin geliştirilmesi, evrensel tüketici haklarının toplumda tanınması, bu haklarının kullanılmasının sağlanması, hak ihlâlleri karşısında tüketicilerin kendilerini koruyacak girişimde bulunmalarının desteklenmesi, tüketici talep ve tercihlerini dikkate alan firmaların teşvik edilmesi, tüketici hukuku, tüketicinin korunması ve bilinçlendirilmesi ile ilgili bilimsel çalışmaların özendirilmesi amacıyla 2001 yılından bu yana yazılı basın, TV programı, radyo programı, firma ve yılın tüketicisi dallarında, Tüketiciye Saygı Ödül'ü verilmektedir. Başvurular, aday olacak kişi veya kuruluş tarafından yapılabileceği gibi herhangi bir tüketici tarafından da kişi veya kuruluşlar aday gösterilebilecek.
|
07.01.2008
|
|
Hasta ve yakını hakkını nasıl aramalı?
Zaman zaman meydana gelen doktorların hasta yakınları tarafından saldırıya uğraması, mağduriyete uğradığını düşünen hasta ve yakınlarının nasıl hak arayabileceği konusunu da gündeme getirdi.
Hasta Hakları Platformu üyesi ve Sağlık Hakkı Hareketi Derneği Başkanı Mustafa Sütlaş, CHA'ya yaptığı açıklamada mağduriyete uğradığını düşünen hasta ve yakınlarının izlemesi gereken yolları anlattı.
"Hekimin, hastayı aydınlatması çok önemli. Tabiî bu aydınlatma ders verir şekilde olmamalı. Hekim, karşıdakinin mağduriyetini anlayarak, onu kendi gibi ya da bir yakını gibi düşünerek empati ile davranarak ilişki kurmalı ve iletişim içinde olmalı" şeklinde konuşan Sütlaş, mağdur olduğunu düşünen hasta ya da yakınlarının üç farklı yöntem ile haklarını arayabileceklerini, ilk olarak hastane başhekimliği, il sağlık müdürlüğü ya da Sağlık Bakanlığına dilekçe ile başvurulabileceğini kaydetti.
Hekimlerin bulundukları illerdeki tabip odalarına kayıtlı olduklarını anlatan Sütlaş, "Tabip Odaları da hekimleri meslekî faaliyetleri konusunda denetliyor" dedi. Buralara da durumu anlatan bir dilekçe ile başvuruda bulunulabileceğini söyleyen Sütlaş, hasta ya da yakınından bu işlemler için herhangi bir ücret de talep edilmediğini söyledi.
Yapılacak soruşturmalarda hak ihlâlinin ispatlanması gerektiğini kaydeden Sütlaş, burada hastanede konulan teşhis, tedavi yöntemi, yapılan tetkikler ile ilgili yazılı kayıt ve dosya örneklerinin çok önemli olduğunu vurguladı. Hastanın ilgili birimlere dilekçe vermeden önce bu dosyaları hastaneden edinmesi gerektiğinin önemini anlatan Sütlaş, şöyle devam etti:
"1998'de yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliği var. Bu yönetmeliğin 16. maddesine göre, bu bilgileri edinebilmek hizmet alanın hakkı. İlgili kurum ona bu dosyayı vermezse, bu da ayrı bir suç. Ayrıca bu tür kayıtların tutulması bir zorunluluk. Tutulmaması da ayrıca şikâyeti gerektiren bur durum. Soruşturma açıldığından itibaren soruşturmanın gizliliği esas. Bu nedenle, dosyalar başvuru yapılmadan önce alınmalı."
Hastaların adlî yollara da başvurabileceğini söyleyen Sütlaş, aynı zamanda tazminat dâvâsı da açılabileceğini, mahkemelerde ceza kanunda tanımı olan bir suçun işlenmiş olduğunun ispatlanması durumunda, hürriyeti kısıtlayıcı cezaların verilebildiğini söyledi.
Tapip Odalarına yapılan şikâyetlerde, hekimin kusurlu bulunduğu durumlarda en fazla 6 ay meslekten men cezası verilebildiğini, Sağlık Bakanlığının hekime, meslekten men cezası verebileceğini aktaran Sütlaş, "İl Sağlık Müdürlüğüne, Sağlık Bakanlığına ya da Tabip Odalarına yapılan başvurularda, hekimin kusurlu olduğu ortaya çıkarsa, savcılığa suç duyurusunda bulunulması zorunlu. Bu üç farklı yöntemin üçünün de mutlaka uygulanması ya da sırayla olması gibi bir kurul yok" dedi.
|
07.01.2008
|
|
2007'nin en saçma uyarıları
ABD'de Lawsuit Abuse Watch isimli tüketici hakları derneği tarafından yapılan bir organizasyonla 2007'nin en saçma uyarıları seçildi. İşte en ufak bir kazada bile milyonlarca dolar tazminat talepleriyle dâvâ açılan ABD'de 2007'nin en saçma uyarıları:
. Puseti içinde bebek yokken katlayın.
. Mektup açacağının üzerinde: Mektubunuzu açarken koruyucu gözlük kullanın
. Bir giyim firması: Tişörtü üzerinizdeyken ütülemeyin.
. Uçan bir mürekkepli kalem üzerinde: Bu kalemle çek veya belge imzalamayın.
. Süpermarket zinciri: Alışveriş torbasında çocuk taşımayın.
. Küçük bir traktörün üzerinde: Dikkat tehlike, ölümden sakının.
|
07.01.2008
|