Ebedî bir hayat için yaratılan insanların ömürlerini basit değerler uğruna harcaması, insanlık adına çok üzüntü vericidir şüphesiz. Ömürlerin boşa geçirilmesi hastalığı bilhassa günümüz dünyasında almış başını gidiyor. Şeytanlar insanlığın mukaddes mabetlerinde adeta at koşturmaktadırlar. Maddî hastalıkların da sebebi olan manevî hastalıklarımızdan kurtulmak için insanlığa bahşedilen yüce değerlere sahip çıkmamız gerekmektedir.
Gururundan ve yaptığı ibadetlere duyduğu güvenden dolayı Allah'ın emrini yerine getirmeyen ve bu isyanından dolayı lânetlenen İblis'in üstlendiği görev, insanları mânevî değerlerinden uzaklaştırmak ve onları kendisi gibi Rabb-i Rahîme âsî bir duruma getirmek olmuştur.
Mahlûkatın ilk âsisi olan İblis, kendini yaratan Zat-ı Zülcelâle karşı küstahça kendini güya savunmaya soyunmuştur. Bu, verilen emaneti inkâr etmek ve hayasızca sahiplenmek demekti. Kendisini şeytan yapan gururundan dolayı, Rabb-i Rahîm'in onu ondan daha iyi düşündüğünü düşünememişti. Hâlık ile mahlûk arasında yaşanan ilk isyan hadisesi idi bu. Aynı zamanda yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insan için önemli ibret levhasıydı bu yaşanan hadise.
İnsanları mükemmel bir donanımla yaratan Hâlık-ı Kerîm, yarattığı bu varlıklara büyük bir görev yüklemişti. Mükemmel yaratılmanın elbette bir bedeli olacaktı. İnsanlar eşref-i mahlukat olarak yaratılmanın bedeli olarak Yaratıcılarını tanıyıp ibadet edecek ve lânetli İblis'le müthiş bir mücadeleye girmek durumunda olacaklardı.
İnsanoğlunun dünya mektebinde akıl ve şuurla mücehhez kılınması, onu imtihana tâbî kılmayı gerekli kılıyordu. Maksat imtihanı kazanması ve "eşref-i mahlukat" mertebesine çıkması olacaktı. Ancak bu şekilde meleklerden bile üstün bir mertebeye çıkabilecekti. Kâinatın Yüce Yaratıcısı, Hâtemü'l-Enbiyâ olan Habibini (asm) meleklerin bile çıkamadığı mertebeye çıkararak insanın yüce değerini yine imtihana tabi olan insanlara hatırlatmak istemiştir.
İblis'in hadisesiyle insanlara en alçak dereke gösterilirken, semaların en yücesine urûc ettirilen insan-ı kâmil Muhammed (asm) ile de en yüce insanlık mertebesi gösterilmişti. Bundan sonra iş insana düşmekteydi. Yücelmek ile alçalmak arasında bir tercih yapmaya zorlanacaktı insanoğlu. Bu da gerekliydi mükemmel olarak yaratılan insanoğlu için. Alçalma karanlığı gösterilmeseydi, yücelerdeki aydınlığın ne mânâya geldiğini insanoğlu anlayamazdı. İmtihan dünyasında düzen mükemmel bir şekilde kurulmuştu. Hiçbir nâdân bundan daha iyisini düşünme ve gösterme mecaline sahip olamayacaktı.
Yaratılanların en alçağında bulunan derinliklerden, Ezelî ve Ebedî olan Rabbin huzurundaki yüce mertebeye kadar değişik makamlara çıkabilecek bir mahlukun dünyaya gönderilmesi ve dünyanın imarı ile görevlendirilmesi ve imtihana tabi tutulmasındaki İlâhî hikmetleri lâyıkıyla ifade edebilmek kolay değildir elbette. Ama akıl, kalb ve şuurun dürbünleriyle birçok hakikatı kendine yaklaştırabilme imkânına sahip olacaktı insanoğlu.
Hakikatler apaçık bir şekilde görünebilmektedir aslında. Yüce Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceği bir mükellefiyetle bizi görevlendirmemiştir. Tâkatimiz dışındaki hatalardan sorumlu olmamamız, takatimizin dahilindeki sorumlulukları yerine getirme mecburiyetiyle bizleri karşı karşıya getirmektedir. Kazanmak hem kolay hem de zor olacaktı. İnsanlar ne sadece korku içinde olacak ne de ümitlerini kaybedeceklerdi. Mükemmel yaratılış, şeytânî telkinlere açık olan nefsin kaçmayacağı, kendini sorumluluktan kurtaramayacağı bir hâlet oluşturmuştur insanoğlunda.
Ne pahasına olursa olsun, aslında insan yapısına hiç de zor gelmeyen zarûrî görevlerin yerine getirilmesi gerekir. Bizleri kendisi gibi âsî bir duruma düşürmek isteyen İblis'in görevlendirdiği iğfalcı şeytanların tuzaklarına düşmemek biz insanların ana hedefi olmalıdır. Hâsılı ömürler ebedî hayatı kazandıracak mânevî değerlerle süslendirilmeli, fani ve geçici heveslerle heba edilmemelidir...
07.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|