Türkiye, medeniyetler ülkesi. Mazisi, baştan sona kitaplar dolusu tarihî bilgi ve belgelerle dolu. Ürgüp bunlardan bir tanesi. Asurlar, Hititler, Kapadokya krallığı, Selçuklular, Osmanlılar ve bunların bıraktığı kiliseler, kervansaraylar, camiler ve emsâli kültür varlıkları, silinmeyen ve tazeliğini muhafaza eden mühürlerdir. Ürgüp'ün hangi tepesinden Ihlara vadisine baksan bu tarihî motifi ve Cenâb-ı Hakk'ın turralarını birer birer görürsün. Maziyi, tarihî, dağlardan tepelerden ve üstündeki âsârdan okursun ve okumakla çok pencereler açılır.
Bu aziz beldedeki iman ve Kur'ân hizmetine ve mazideki barış ve sevgi gerçeğine vâkıf olan, 2008'lerde ve ilerideki yıllarda ülkemizde ve gönüllerde bu mânâyı görmek isteyen ve nefislerinde yaşayan can kardeşlerimiz, dâvâ sahipleri, bir yıldan beri benim burada bir konferans vermemi istiyorlardı. 1978 yazında bu diyarda 15 yıl kalan ve 12 yılı müftülükle geçiren, imam ve müftü yetiştiren merhum Abdülmecid Ünlükul'un hayatını yazarken arkadaşlarımla gelmiştim. Fakat geçen haftaki geliş çok farklıydı. Aradan 30 yıl geçmiş. Ne çabuk geçmiş. Fakat üzülmedim, mahzun da olmadım. Çünkü bir istikrar içinde yollardayız ve hizmetin eşiğindeyiz.
Bir turizm beldesi olan Kapadokya'nın incisi, 10 bin yıllık tarihî maziye sahip kültür merkezi Ürgüp'te, dinler arası diyalogları ve AB sürecinin görüntülerini, doğu batı münasebetlerini ve emsâli iletişimleri görebilirsiniz. Bu nevî görüntüler, güzel Anadolu'nun bu iç kesimlerinde görülmektedir. "Bir Değer Olarak Barış ve Sevgi" konulu konferansımızda da verdiğim çeşitli örneklerden bir tanesi:
Hz. Mevlânâ, Divân-ı Kebîr'inde geçen "Gel, gel, ne olursan ol yine gel..." rubâisini ve emsâli çarpıcı ve sarsıcı sözlerini, o tarihlerde Konya'da bulunan sinagog ve kilise ehlinin önünde durarak söylüyor. Neticesi ne mi oluyor? 2008 itibarıyla Konya'da 1100 cami ibadete açık ve dolu. İki tane kilise kalmış, ibadete açık değil. Ürgüp ve çevresi de böyle. Müsbet hizmetin ana yolları... Barışın ve sevginin dalları...
Dış dünyada görülen bütün güzelliklerin kaynağında bizim kültürümüz ve bizim mânevî değerlerimiz vardır. Çok medeniyetler bunu alıp elimizden ya çalmışlar ya da alıp götürmüşler. Şimdi yeni kılıflar ve libaslar giydirerek bizlere satıyor ve uymamızı talep ediyorlar. Bizler Osmanlının, Selçuklunun mozaiki ve özü olan aziz Türkiye'de, ecdadımızın topraklarına sahip çıktığımız gibi sahip çıkmalıyız, her cihetle kurtuluşumuz böyle olacaktır.
Kar kış demeden Ürgüp salonlarını dolduran can dostları, konferans sonrası beni bırakmadılar; bir geceyi Nevşehir'de, bir geceyi de Kayseri'de geçirdim. Oralarda da boş durmadık, bizler gibi fıtratları coşkun olan gönül dostlarımıza "İttihad-ı İslâm ve ülkenin birlik beraberliği" üzerine tarihî fasıllar yaptık. Birincisini, Nevşehir Yeni Asya gazetesi temsilciliği salonunda; ikincisini, Kayseri Yeni Asya gazetesi seminer salonunda deruhte ettik. Gözlerine baktığım her kardeşimiz, İslâm dünyasının bu kanayan yarasının dinmesini ve son bulmasını istiyordu. Elimizdeki dokümanlar, Kur'ân'ın âyetleri, Fahr-ı Kâinat Efendimizin (asm) hadisleri ve Bediüzzaman Hazretlerinin, Mevlânâ Hazretlerinin, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Velî Hazretlerinin, emsâli gönül sultanlarının söz ve tesbitleri idi.
Saymakla ve yazmak bitmeyen bu güzel sözler ve çıkış yolları içerisinde daha saymadığımız ve zikredemediğimiz sözler ve çıkış yolları vardı. Bunların bir tanesini, beni hiç yalnız bırakmayan faal kardeşim Alpaslan Çevik bana ezberlettirdi, o da Hacı Bektaş-ı Velî'nin sözü: "İncinsen de incitme ve karşındaki düşmanın insan olduğunu unutma". Evet bu diyarlara bu sözler yakışır. Şanlı tarihimize yapışanlara, Türkiye'nin mânevî harcı olan can dostları kardeşlerime ve salonlarda bizleri yalnız bırakmayan vefakâr arkadaşlarıma tek tek teşekkür ediyorum. Merak etmeyin her şeye rağmen istikbaliniz parlak olacaktır.
Bu hafta da iki hükümdarın diyarındayız inşaallah...
11.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|