Zaman zaman "İbadet, duâ ve hizmetlerimizin sonuçlarını alamıyor, faydalarını göremiyoruz!" şeklinde serzenişlerde bulunuruz. Bu durum, ibadet, duâ ve hizmete olan şevkimizi kırıyor.
Hiç şüphesiz, ibadete biz muhtacız; hiçbir şeye muhtaç olmayan, herkesin, her şeyin Ona muhtaç olduğu Samed olan Allah değil. Allah Hakîm'dir; her şeyin en güzelini, en faydalısını, en mükemmelini yaratır, emreder, öğüt verir. Namaz ve duâ gibi ibadetlere yüzlerce maddî-mânevî, tıbbî, psiko-fizyolojik güzellik ve fayda koyduğunu biliyoruz. Meselâ, namaz ve duâda ruhumuz, kalbimiz ve aklımız gıdasını alıyor. Gerginlik, kaygı, sıkıntı, korku gibi stres sebebi durumlar ortadan kalkıyor, azalıyor. Ve bunlar da otomatik olarak fizyolojik yapımızı olumlu etkiliyor.
Buna rağmen ibadetlerimizin sonuçlarını alamamamızın, faydalarını göremememizin sebepleri, püf noktaları vardır:
. Bir kere, aceleci bir yapımız var ve ücretimizi peşin istiyoruz. Oysa ibadetler, verilmiş nimetlerin karşılığı bile değildir!
. Farkına varamadığımız şekilde, onların özeliklerini güzelliklerini yaşarız.
. Veya başka imtihan ve hikmetlere binâen tehir edilirler. O şekilde de imtihan edilebiliriz...
. İhlâssızlık ve niyetimizin bozukluğudur. Meselâ yüz özelliği ve faydası bulunan Cevşenü'l-Kebîr'i (Büyük Zırh; Peygamberimize vahiy ile indirilen ve Allah'ın bin bir ismini içine alan duâyı), o faydaların bazılarını bizzat gaye ve niyet ederek okuruz. Bu durumda o faydaları göremiyoruz, göremeyeceğiz ve görmeye de hakkımız yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların (zikir ve duâların) sebebi olamaz. Onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî, lütfedilerek, o halis virde talepsiz terettüp eder.1 Yani, bizzat istenilmeden Allah, o faydaları, güzel sonuçları lütfediyor. Ancak, faydaları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki kulluktan çıkar ve kıymetten düşer. Yani, kulluk için değil, fayda için ibadet yapmış olur. Bu da ibadetin sırrını bozar.
Niyet; suyun, çayın, meyvelerin tadını kimyevî bir reaksiyona tâbî tutarak değiştirdiği gibi, ibadet ve hizmetlerimizin sonuçlarını değiştirir. Niyetin bozulması ve ihlâssızlık, sonucu olumsuz etkiler. Çünkü direkt "faydaya, maddeye, sebebe" yönelinmiştir.
Niyetlerimizi yaratan Allah'tır. İbadet, kulluk ve hizmetleri de yalnız Allah rızası gözetilerek yapılmalı. Niyetlerimizde de O'nun rızası maksat yapıldığı takdirde, faydalarını lütfeder. Bunu şöyle bir örnekle zihnimize yaklaştırabiliriz:
Yağmur namazına ve duâsına da bu perspektiften bakabiliriz: Yağmur namazı ve duâsı bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir; yoksa o ibadet ve o duâ, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa, o duâ, o ibadet halis olmadığından, kabule lâyık olmaz.2
Öyle ise neden yağmur duâsına çıkılıyor, namazı kılınıyor? Çünkü o ibadetlerin vakti "yağmursuzluk" ile girmiştir. Nasıl ki, güneş batınca akşam, şafakla birlikte sabah namazının vakti giriyor... Yağmursuzlukla da, yağmur namazı ve duâsının vakti girmiş oluyor. Vakit girince, ibadet ve duâ yapılmalı.
Bu anlayış, bu şuur ve ihlâsla ibadet ve hizmet edilse, mutlak ikram ve ihsan sahibi sahibi olan Allah, her yönüyle fayda olan yağmuru da verebilir; hizmetlerimizi de katlayarak yükseltebilir.
Amellerimiz niyetlerimize göredir. Ne kadar halis, samimî, iyi niyet, o kadar hizmet.
Dipnotlar:
1-Lem'alar, s. 136.; 2-Sözler, s. 287.
10.01.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|