Kinşasa Müslümanlarının somut bazı talepleri var. Bu da sadakaların kalıcı yatırımlara dönüşmesi. Yani 'Hergün balık vereceğinize bize balık tutmasını öğretin' diyorlar. Yusuf Karadavi gibi isimler de zekât müessesesi bağlamında kalıcı ve sınaî yatırımlar yapılabilineceğini ve bu suretle sadakanın sadaka-i cariye haline getirilebileceğini ortaya koymaktadırlar. Ülke genelinde 300 civarında mescid ve caminin olduğu söylenmektedir. 1 milyon 200 bin Müslümanın yaşadığı varsayılan Kinşasa'da ise irili ufaklı 60 mescid ve caminin bulunduğu ifade ediliyor. Bunlardan 21'i cami statüsünde iken kalanı mescid mahiyetinde. Bazı mescidlerin suyu bile yok. Eli yüzü düzgün tek cami aslında nehir civarında yer alan Lübnanlı Şiiler tarafından yaptırılan bir cami. Burayı ziyaret ettik. Kırmızı halılar döşeli ve bakımlı. Lübnanlı imamını görmek istediysek de kendisinin şehirde işleri varmış. Camide bulamadık. Bununla birlikte, Abdullah Mangala yerli veya yabancı birisine cami göstermek isteyince burasını gösteriyoruz diyor. Eli yüzü düzgün tek mabed burası. Bundan dolayı Kongolular Kinşasa'ya Osmanlı modeli bir cami istiyorlar. Zannederim bu hususta bir protokol mutabakatına varılmış. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bu görev veya işin maddî kısmı İstanbul Gaziosmanpaşa Müftülüğüne havale edilmiş. Ama henüz bir çalışma göremedik. Kongo'ya gelmeden önce Lübnan'a gittiğimizde Beyrut'ta Hariri tarafından yaptırılan devâsâ camiyi görmüştük. Osmanlı tarzında yapılmıştı ve ince işleri de galiba Türk ustaları tarafından yapılmıştı. Mermerler de hakeza. Kinşasa'nın da böyle bir yapıya ihtiyacı var. Hatta bütün Afrika'nın. Ama oradaki görevlileri gördükten sonra bir endişemizi de behemehâl dile getimek zorundayım. Şiî Camii'nde olduğu gibi veya Al-i Maktum'un yaptırmış olduğu İslâmî okul ve külliyede olduğu gibi mutlaka yapımında maddî ve manevî nezaret ve yapıldıktan sonra yapının idaresi yine Türkler de olmalı. Gerekirse cami görevlileri ister Türk, isterse yabancı olsun Diyanet tarafından atanmalı ve maaşları da düzenli olarak ödenmeli. Geçmişte Kinşasa'da ileri gelen beş imamın maaşları Libya tarafından veriliyormuş. Ama Libya ambargolu yıllarında galiba bundan vazgeçmiş.
HÜSN-Ü ZAN, ADEM-İ İTİMAT
Dolayısıyla Kinşasalı imamların maaşı konusunda da yardım bekleniyor. Ama bu işin çözümü için daha pratik teklifler var. Bunlardan birisi de def'aten kurulacak fırınlar vasıtasıyla imamet veya cami giderlerinin temin edilmesi. Kurulacak fırınlar ve buradaki döner sermaye ile bu işin üstesinden rahatlıkla gelinebileceği söylenmektedir. Bu aslında akıllı bir teklif. Zira sürekli olarak yardım toplamak ve bu sayede hizmetleri ayakta tutmak mümkün değil. En doğrusu kurumsallaşmak. Bundan dolayı Diyanet'in katkılarıyla Kinşasa'da Osmanlı mimarisi tarzında heybetli bir cami yapılabilir. Bu bölgede ve ülkede İslâmiyetin derin tarihini göstermesi açısından da gerekli bir hizmettir. Böylece, sadece misyonerlerin cirit attığı bir ülke görünümünden de kurtarılabilir. Bununla birlikte, yardımların her an çarçur edilmesi ve kötü niyetli insanlara kaptırılması mümkündür. Bundan kaçınmak için bu çalışmalarla ilgilenmesi için daimi bir komite kurulması gerekir. Ve bunun için de Kinşasa'da tek bir adres veya kurum muhatap alınmamalı. Karma bir komite tertip edilmelidir. Ve mevzuat araştırılmalı ve yüzde yüz Türk sermayeli bir şirket aracılığıyla hizmetler deruhte edilmelidir. Yardımlar ve paralar kesinlikle oradaki aracı makamlara teslim edilmemeli. Bizzat Türk yetkililer her kademede işin başında bulunmalı. Yoksa hizmetlerin zayi olması muhakkaktır. Aksi takdirde iş, "devletin malı deniz" tekerlemesine döner. Kongo'da güvene dayalı hizmet yapılması mümkün değil. Hüsn-ü zan adem-i itimat vazgeçilmez bir prensip olmalıdır.
ZİYAD İBNİ EBİHİ MODELİ
İslâm tarihinde Emeviler döneminde "babasının oğlu" Ziyad modeli vardır. Daha doğrusu Ebu Süfyan veya oğulları nesebi meçhul olan Ziyad'ı Ebu Süfyan'a mâl etmiştir. Bundan dolayı da tarihçiler bu nisbeti kabul etmemişler ve Ziyad İbni Ebu Süfyan yerine, Ziyad ibni Ebihi' yani "babasının çocuğu Ziyad" demişlerdir. Şu anki Kongo Devlet Başkanı Joseph Kabila da öyle birisi. 1997'de Mobutu'yu deviren Daniel Desire Kabila ülkenin ismini yine önceki hâline getirdi. Lumumba'nın ardından Mobutu ülkenin ismini Zaire olarak değiştirmişti. 30 yıl boyunca kullanılan Zaire isminden sonra 1997 yılında Mobutu'nun devrilmesi ve Fas'a sürgüne gitmesi üzerine ülke yeniden Demokratik Kongo Cumhuriyeti adına dönüldü. Ülke 1994 yılından itibaren Ruanda ve Burundi'de çıkan karışıklıklardan etkilenerek istikrarsızlaşmıştır. Mobutu'nun devrilmesinden itibaren de bu istikrarsızlık devam etti. Bunun sonucunda, Batılıların ve özellikle İngiliz ve Amerikalıların desteklemiş olduğu Uganda ve Ruanda idareleri Kongo'yu istikrarsızlaştırdılar. Bunun neticesinde Baba Kabila da 16 Ocak 2001 tarihinde bir suikaste kurban gitti ve yerine oğlu Joseph geçti. Lumumba, 17 Ocak 1961 tarihinde asilerin eline teslim edilirken yıllar sonra Kabila da 16 Ocak 2001 tarihinde bir suikaste kurban gitti. Baba Kabila'nın 16 Ocak 2001 tarihinde uğradığı suikast sonucu ölmesinden itibaren ülke oğul Kabila döneminde Anglofon kültür ve siyasî havzasının etkisi altına girmeye başladı. Çünkü yerine geçen oğlu Joseph İbni Ebihi (babasının oğlu Joseph) Orta Afrika bölgesinin geleneklerine yabancı bir şekilde 1972 yılında doğduğu Tanzanya'nın mahallî dili Savahili ile Uganda-Kenya ve Tanzanya'nın resmî dili olan İngilizce konuşmaktadır. Nyerere ve Musevini gibi isimlerin çizgisinde olduğu söylenebilir. Annesinin de Tutsi olduğu ifade edilmekte. İkinci Hasan ile Muhammed Hamis arasındaki ilişkilerin de bu doğrultuda olduğunun söylendiğine temas etmiştik.
İHSAN SARIMERT SOHBETİ
Kongo İslâm Toplumu Başkanı Abdullah Mangala 10 yıl kadar Medine İslâm Üniversitesinde okumuş. Bunun üzerine aynı yıllarda burada okuyan arkadaşımız Hasan Başiş'i tanıyıp tanımadığını sorduk. Tanımadığını söyledi. Gerçekten de yine aynı dönemlerde Medine İslâm Üniversitesi'nde öğrenim gören Kenan Demirtaş da dönemlerinde dünyanın 100 küsûr ülkesinden öğrenci bulunduğunu, ama sınıftaki öğrencilerin simalarını bile unuttuklarını söylüyordu. Özellikle de Afrikalıların... Abdullah Mangala da demek ki o zamanlar Türklerin simalarına pek dikkat etmemiş veya sıkı dostluklar kurulamamış. Aynı dönemlerde Medine'de beraber okumalarına rağmen İhsan Sarımert ile Diyanet Vakfı'nda tanıştıklarını söylüyor. İhsan Sarımert'in ilgi ve alâkalarından dolayı çok memnun kalmış. Bunu bilhassa zikrediyor. Yine bu bağlamda Amet Kavas Bey'den de bahsediyor. Onunla da Afrika ile ilgili kongre ve toplantılarda karşılaştığını zikrediyor.
PAKİSTAN'IN İNGİLİZCESİ,
KONGO'NUN FRANSIZCASI
Özellikle Pakistan gibi ülkelerde kullanılan İngilizce'nin ağdalı ve arkaik olduğu söyleniyor. İngilizce sürekli olarak yenilenirken, gelişirken bu dile ait en eski metinlerin veya kelimelerin Pakistan veya Hindistan gibi eski sömürge ülkelerinde kullanıldığı söylenir. Dolayısıyla İngilizce'nin merkez ile kenarlardaki gelişmesi farklı oluyor. Acemlerin veya eski hocaların Arapçası için de aynı şeyler söylenebilir. Bu tarz Acemlerden öğrenilen Arapça da akışkanlığını kaybediyor ve arkaik bir hüviyet kazanıyor. Gramer üzerinden veya Arap olmayanlarca öğretilen Arapça ağır oluyor. Sözgelimi eski Rüşdiyelerde okutulan Arapça kitaplarına baktığınızda modern tarza ayak uydurmak için yapıldıkları halde çok zor bir tekniğe sahip olduklarını görebiliyorsunuz. Yine eskiden Türkiye'de Arapça öğrenenler 'evlendin mi?' sorusu yerine sözgelimi 'hel teehhelte' kelimesini sorarlardı. Halbuki Araplar günlük dilde bunu 'hel tezevvecte' kipiyle karşılarlar. Kongo'da da Fransızca anladığımız kadarıyla böyle. Lion'dan gelen Mustafa Erşahin çocukluğundan beri Fransa'da olmasına rağmen gelmeden önce telefonda buradaki partnerleriyle görüştüğünde Fransızca üzerinden anlaşmakta bir hayli zorluk ve sıkıntı çekmiş. Buraya geldiğinde de yine anlaşmakta zorluk çekmiş. Fransızca'yı Afrika tarzıyla biraz arkaik ve biraz kaba konuştuklarını söylüyor. Daha sonra bunun sebebinin Belçika Kongosu'nda olmamızdan kaynaklanabileceğini söyledi. Belçika Fransızcasıyla, Fransız Fransızcası arasında fark olabileceğini ifade etti. Zira Belçika Fransızcasının içine Volanca ve benzeri mahallî dillerin de karışabileceği ve bundan dolayı ağdalı hale gelmiş olabileceği üzerinde duruyor.
CİTY MARKET''İN ZENGİNLİĞİ
Geldiğimizin ikinci günü hemen bir markete giderek bazı şeyler almak istedik. Kahvaltı yapmak için bazı konserve türü şeylere ihtiyacımız vardı. Bir de bilhassa kahvaltı ikamete tabi mi diye sorduk. Olumsuz cevap aldık. Meğerse kahvaltı dahilmiş. Millî Görüş'teki arkadaşlardan öğrendik. Öğrendiğimizde gezimizin bitmesine bir iki gün kalmıştı. Yine "hay aksilik" diyoruz. Bir de çantalarımız gelmediği için belki pratik olarak pijama türü bir iki şey alalım diyoruz. Bunun için de mihmandarlarımız bizi şehrin en pahalı marketine götürüyorlar. Burayı beyaz adamlar işletiyor. Belki de Lübnanlılar... City Market içeriden ve dışarıdan zengin gözüküyor ama yine de bu zenginliği Kinşasa şartlarında. Daha önce Bangladeş'te yediğimiz Liçi adlı meyveden ve bazı pratik şeyler alıyoruz. Gerçekten de City Market çok pahalı. Burada gazete satılmıyor ama dergi mahiyetinde bazı matbuat var. Bakıyoruz hepsi de Fransızca. İlâç için dahi olsa bir tek İngilizce dergi veya gazeteye rastlayamıyoruz. Zaten ülkenin resmî dili Fransızca.
-Devam edecek-
|