Dünden devam
AFRİKA'DA BİR BAŞKA SOĞUK SAVAŞ
Her şeyin efendisi var. Bu anlamda elbette sınırların efendileri de var. Osmanlılar nasıl özelde bir dönemin sınırlarının efendisi olmuşlarsa, Müslümanlar da haiz oldukları son mesajın taşıyıcısı olma vasfıyla kayyumiyet vasfına mazhariyetiyle dünyanın ve sınırların efendileri olmuşlardır. Muvakkaten bulutlanma olmuş ve yaz bulutları gibi güneş bir an kaybolmuş veya kararmış.
Yaklaşık 200 yıldan beri Müslümanlar sadaret mevkiini ve liderliklerini kaybetmişler, ama bu muvakkat bir bulutlanmadan ibarettir. Bulutlar inkişaf ettiğinde ve hava açıldığında devran yine eskisi gibi seyranına devam edecektir. Bundan şüphe edilemez. İstikbal Afrika'da da şüphesiz İslâmındır. Her ne kadar Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında kıt'anın sorunları katmerleşmiş ise de müsbet gelişmeler de yok değildir. Muvakkat gerilemelerin ötesinde gelecek İslâmı tebşir etmekte ve müjdelemektedir. Güney Afrika gibi ülkeler ırkçılığın pençesinden kurtuldular. Bununla birlikte, Afrika'nın sahipsiz yeraltı kaynakları yağmalanmak istenmektedir. Buna engel olmak ve hayırhah bir şekilde bunları işlemek ve Afrika'yı düzlüğe çıkarmak için haklı bir dâvâ ve güçlü eller gerekmektedir. Bu ikisi bir araya geldiğinde Afrika'nın kara bahtı açılacaktır. Hindistan gibi Afrika'nın efendileri de Müslümanlar iken sömürgecilik sonrasında durum değişmiş. Müslümanlar maddî ve manevî terakkilerini kaybedince hem haklı bir dâvâ, hem de güçlü el kaybolmuştur. Haklı dâvâ gücü saykal etmek için, güç de haklı dâvâyı korumak ve kollamak için vardır. İkisi de birbirine muhtaçtır. İngilizler Hindistan'a önce şirketleriyle (Campany East of India) nüfuz etmişlerdir. Hindistan'da Babür İmparatorluğu nasıl gerilemiş ve bu gerileme çizgisinde İngilizler ilerlemişse, Afrika'da da böyle olmuştur. Osmanlı'nın yokluğunda İngilizler ve Fransızlar ve İtalyanlar bölgede cirit atmaya başlamışlar ve bir taraftan Afrika içindeki keşiflerini ilerletirken diğer taraftan da Osmanlı'ya bağlı olan medenî bölgeleri işgal altına almışlardır.
YENİ BİR PAYLAŞIM SAVAŞI
Afrika'da en hızlı gelişen ve yayılan ülkelerin başını Çin çekiyor. Takasa dayalı ve onun ötesinde kelepir altyapı hizmetleriyle Çin, Afrika'nın favorisi. Çin, 2008'i, Afrika yılı ilân etti ve bu kıt'ayla ticaret hacmi 60 milyar dolar. Bunun 2010 yılında 100 milyara ulaşması hedefleniyor. Çin, Afrika kıt'asında ateşin samanda ilerlediği gibi ilerliyor. Kimileri bunu ticarî gelişme olarak değerlendiriyor. Kimileri de Çin'in küresel olarak güçlenmesine hizmet eden yeni bir boyut.
"Afrika'da Çin" kitabının yazarı Chris Alden, Çin-Afrika birlikteliğine daha serinkanlı yaklaşanlardan ve bakanlardan. Bunu yeni tarz bir küreselleşme olarak görüyor. Veya küreselleşmenin yeni yüzü. Aksi istikametten bakanlar da var. Sözgelimi, Güney Afrika Cumhurbaşkanı Thabo Mbeki Çin'in ihtiraslı Afrika açılımını veya politikalarını yeni kolonyalizm olarak görüyor. Bu da Afrika üzerinde yeni bir soğuk savaşın zuhuru demektir. Gerçekten 1960'lı yıllarda bir taraftan SSCB diğer taraftan Küba ile Batı arasında Afrika kıt'ası üzerindeki ideolojik 'Soğuk Savaş'ın yerini bugün ekseni ticaret ve sanayi de olsa Çin ile Batı arasında yeni bir rekabet ve onun ötesinde soğuk savaş durumu almıştır. Bazı ülkeler çarnaçar Çin'e sığınmış durumdalar. Dünyanın en organize ve güçlü ülkesi olan Çin ucuz işgücü ve altyapı temin ediyor. Batılılar ise bunu temin edemiyorlar.
Bu açıdan Kongo gibi ülkeler tam da ticarî olarak Çin ile siyasî olarak ABD rüzgârı arasında kalakalmış durumdalar. Ticarî ve altyapı çalışmaları için Çin ilâç gibi geliyor. Kongo'nun Çin'le madenlerinin işletilmesi noktasında 10 milyar dolarlık bir anlaşma yapmış. Bu aslında takas anlaşması. Zira, Kongo'nun likidite sorunu var ve bütçesinin yüzde 60'ını yurtdışından gelen yardımlardan denkleştiriyor. Daha doğrusu aslında bütçesi olmayan bir ülke. Türkiye yıllardır denk bütçe yapamazken Kongo bütçenin kendisini yapamıyor. Ve Türkiye'nin üç katı toprağa sahip olan ve 60 milyon kişiyi barındıran ülkenin bütçesi en iyimser rakamlarla 3 milyar dolar. Bunun yarısını telâffuz edenler de var. Bütçenin yüzde 60'ını da dışarıdan gelen bağışlar oluşturuyor. Bundan dolayı polislerin de uzun kuyruğa girdiklerini ve bu kuyruklarda maaşlarını almaya çalıştıklarını gözlemliyorsunuz. Baştan beri ülkenin ana problemi bu.
Ordunun seçilmiş hükümetlere sadakatsizliğinin sebebi, temeli de parasızlık veya maaşlarını alamamak. İşsizliğe çare bulmak için neredeyse herkesi polis veya asker yapmışlar. Ama para olmadığından onların maaşları da ödenemiyor. En azından bazı dönemlerde. Mobutu, Lumumbu'yu bu zaafiyetten dolayı alt etmişti. Yine kendisi 1997'de aynı sebeptden dolayı Laurant Kabila tarafından devrildi. Maaş alamamaktan dolayı sadaketleri azalan askerler Laurant Kabila'nın arkasına geçmişler ve Mobutu'yu devirmişlerdi.
Para olmadığı için maaşlar verilemezken elbetteki altyapıya ayrılacak para bulmak mümkün değil. Bundan dolayı başşehrin her yanında çöp dağları görüyorsunuz., Akşamları da bu çöp dağlarının veya yığınlarının etrafında yakılan ateşleri. İşte bu durumdan en fazla yararlanan ülke Çin.
Duyumlara göre Çin Kongo yönetimiyle 10 milyarlık bir maden anlaşması imzalamış. Bunun 6 milyar dolar karşılığında altyapı hizmetlerini; yolları, köprüleri yapacak ve ülke içindeki fizikî engelleri kaldıracakmış. Geri kalan 4 milyarı da yanına kâr olacakmış. Bu ülkelerin fazla seçenekleri yok. Amerikalıları da pek karşılarına almak istemiyorlar. Onun da askerî gücü var ve bundan çekiniyorlar. Ülke içindeki hassas dengeler ABD''nin ağırlığını da dikkate almayı gerektiriyor. Aksi takdirde, geçmişte Belçika'nın yaptığı gibi ABD'de ayrılıkçıları kışkırtabilir. Bundan dolayı Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Joseph Kabila, Ekim 2007'de Washington'daydı. Burada konuşulanlar, muhalefet veya basına yapılan baskılardan ziyade bakır madenlerinin işletilmesi ve büyük göller bölgesinden kalan doğu bölgesinde güvenliğin yeniden tesisiydi. Bush ile küçük Kabila bu meseleleri ele aldılar. Çin'in büyük ve emin adımlarla Afrika'da basacak yer elde etmesi (fooot's hold) Afrika'nın eski sömürgecileri olan Avrupalıları da ürkütmüş durumda. 'Yağmada biz de olmalıyız' yaklaşımı içindeler. Lizbon Konferansından sonra Afrika'yı Çin'e kaptırmamak için yeniden masaya yatırdılar.
Amerikalılar yatırım konusunda Çin gibi kıvrak ve organize değil. Petrol ve benzeri yeraltı kaynakları ve zenginlikleriyle ilgileniyorlar ama Çin gibi Afrika'ya derin salınım yapabilecek durumda da değiller. Böyle bir altyapıları yok. Avrupalılar ise Afrika'nın eski sahipleri olmalarına rağmen kıt'ada eski güçlerini kaybetmiş durumdalar. Belki Çin gibi yeni bir rakiple karşılaşmasalar kıt'ayı kendi haline terk edecekler. Müslümanlar gibi Afrika'lıların kasasına veya sofrasına da bütün herkes üşüşmüş durumda. Çanak yalayıcılar şimdi Afrika'da. Avrupa Afrika'da daha çok kültür ve geçmiş olarak var. Gelecek olarak ise Çin var.
Müslümanlar veya Araplara gelecek olursak; yok denecek kadar azlar. Hatta hayır kurumları bile az veye yetersiz.
ÇİN'E KARŞI AFRİCOM
Doğu Avrupa'ya füze kalkanı projesi gibi ABD Afrika için de Africom adlı bir ordu kurma kararı aldı. Amaç, Afrika'nın istikrarına hizmet etmek. Halbuki başta David Ignatius gibi bazı Washington Post yazarları da olmak üzere kimileri Africom'dan asıl gayenin telâffuz edilmese de Çin olduğu görüşündeler. Kısaca, Afrika Çin ile ABD arasında yeni bir sömürgecilik savaşının tam odağında ve ortasında bulunuyor. Irak'taki acı deneyimlerden dolayı Afrika ülkeleri de böyle bir askerî birimin kurulması için isteksiz. 'ABD gölge etmesin başka ihsan istemeyiz' diyorlar. Ama Bush bildiği yolda ilerliyor.
Devam edecek
|