Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Yeni yeni Cehennemlikler oraya atılıp da evvelkileri sıkıştırınca, "İşte bunlar dünyada sizin peşinizden gelen güruhtur" denir.

Sâd Sûresi: 59

15.01.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Dinini, emânetini ve amelinin neticesini Allah'a havale et.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 581

15.01.2008


Faizin kap ve kapıları bankalar

Ehl-i dünyanın ve maddî tarihin nazarıyla, nev-î beşerin hayat-ı içtimâiyesi noktasında bakılsa, görülüyor ki hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye îtibâriyle, beşer, birkaç devri geçirmiş. Birinci devri vahşet ve bedevîlik devri, ikinci devri memlûkiyet devri, üçüncü devri esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi mâlikiyet ve serbestiyet devridir.

Vahşet devri dinlerle, hükümetlerle tebdil edilmiş; nimmedeniyet devri açılmış. Fakat, nev-î beşerin zekîleri ve kavîleri, insanların bir kısmını abd ve memlûk ittihaz edip, hayvan derecesine indirmişler.

Sonra bu memlûkler dahi bir intibâha düşüp, gayrete gelerek, o devri esir devrine çevirmişler; yani, memlûkiyetten kurtulup, fakat "El-hükmü li'l-galib" (Galip olan hükmeder) olan zâlim düsturuyla yine insanların kavîleri zaiflerine esir muâmelesi yapmışlar.

Sonra, İhtilâl-i Kebîr gibi çok inkılâplarla, o devir de ecîr devrine inkılâp etmiş. Yani, zenginler olan havas tabakası, avâmı ve fukarâyı ücret mukabilinde hizmetkâr ittihaz etmesi, yani sermaye sahipleri ehl-i sa'yi ve ameleyi küçük bir ücrete mukabil istihdam etmeleridir. Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı halde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte'l-arz mâdenlerde çalışıp, kùt-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hal, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa îlân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya'yı zîr ü zeber edip geçen Harb-i Umûmiden istifade ederek, her yerde kök saldılar.

Mektûbât, s. 354

***

Ribânın kap ve kapıları olan bankaların nef'i, beşerin fenası olan gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâma zarar-ı mutlaktır; mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zira gâvur harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz ve ismetsizdir.

Mektûbât, s. 463

Lügatçe:

hayat-ı içtimâiye: Sosyal hayat.

hayat-ı içtimâiye-i siyâsiye: Siyâsî ve sosyal hayat.

memlûkiyet: Kulluk, kölelik.

ecîr: Ücretle çalışan, işçi.

mâlikiyet: Mâliklik, mâlik ve sahib

olma.

nimmedeniyet: Yarı medeniyet.

kavî: Kuvvetli.

abd: Kul, köle.

intibâh: Uyanış.

İhtilâl-i Kebîr: Büyük Fransız İhtilâli.

ehl-i sa'yi ve amele: Emekçi ve işçiler.

tahte'l-arz: Yerin altı.

kùt-u lâyemût: Ölmeyecek kadar alınan yiyecek.

iğbirar: Gücenme, kırılma.

avâm: Halk.

havâs: Üst tabaka, zenginler sınıfı.

ribâ: Faiz.

nef': Fayda.

sefih: Zevk ve eğlenceye aşırı düşkün olan.

harbî: Harbedilen, savaşılan.

15.01.2008


Bediüzzaman'ın Bitlis hayatından bir portre: Bitlis Valisi Ömer Paşa

1895 yılında Mutasarrıf Selanikli Mehmet Enis Paşa tarafından Mardin'den Bitlis vilayetine sürgüne gönderilen Bediüzzaman henüz on sekiz yaşındaydı. Aynı tarihte ise Bitlis Valiliği vekilliğine kısaca "Ömer Paşa" olarak bilinen Ömer Sabri Bey tayin edilir.

"Ömer Sabri Bey'in Bitlis Valiliğine gönderilmesi Emniyet Sandığı müdürü iken gösterdiği bir tavırdan sonra olmuştu. Bir takım saray mensubu hanım Sultan ve Şehzadenin, rehin mücevherat ve başka eşya için özel muâmele taleplerini Ömer Sabri Bey geri çevirmiş, 'Ben sultanlara halktan ayrı muâmele yapmam' diyebilmiştir. Bu adilâne yaklaşımından hemen sonra Ömer Sabri Bey valilik ile ödüllendirilmiştir."

Bediüzzaman'ın Vali Beyle ilk karşılaşması ise enteresan olmuştur. Şöyle ki:

"Bitlis'te iken bir gün kendilerine vali ile bir kısım memurların içki içtikleri ihbar olununca, hiddetlenerek, 'Bitlis gibi dindar bir memlekette hükûmeti temsil eden bir zatın irtikab ettiği bu muâmeleyi kabul edemem' diyerek, içki meclisine gider. Evvelâ içki hakkında bir hadîs-i şerif okuduktan sonra, pek acı sözler söyler. Valinin vurdurmak için işaret etmesi ihtimaline binâen de, bir elini rovelverinin bulunduğu yerde tutar. Fakat, vali fevkalâde mütehammil ve hamiyetli bir zat olduğundan, kat'iyen ses çıkarmaz.

"Oradan ayrılınca, valinin yâveri, genç Said'e, 'Ne yaptınız? Söyledikleriniz îdamınızı mûcibdir' der.

"Genç Said, 'Îdam hayalime gelmedi, hapis ve nefiy zannederdim. Her ne ise, bir münkeri defetmek için ölürsem ne zararı var?' cevabında bulunur.

"Oradan avdetinden bir iki saat sonra, iki polis vasıtasıyla vali kendisini istetir. Valinin odasına girerken, vali, hürmet ve tazimle genç Said'i karşılayarak elini öpmek ister. İltifatla yer göstererek, 'Herkesin bir üstadı vardır; sen de benim üstadımsın' der." (Tarihçe-i Hayat, s. 39)

Bediüzzaman bu olaydan sonra Ömer Paşa'nın en yakın dostu olmuştur. Paşa, genç Said'i evine alır, onu başta misafir eder, daha sonra ona bir oda tahsis eder ve "Bu odada kalıp ilmine çalışacaksın" der. Genç Said de burada kendini ilim mütalâasına verir. Valinin hanımı vefat etmiş, evinde altı tane bâkire genç kızları vardır. Bir gün bu kızlardan birisi, bir iş için genç Said'in odasına girmek ister. Delikanlı molla Said ise, namus ve iffetinin muktezası olarak genç kıza bağırarak, odasından kovar ve odanın kapısını şiddetle çarparak kapatır. Kız müteessir ve üzgün bir halde geri döner.

Aynı günde Bediüzzaman'ı kıskanan muziplerden birisi, Vali'nin kulağına şu sözleri fısıldar:

"Said'i evinize nasıl bırakabiliyorsunuz? Kızlarınız genç-bâkire... Hanımın yok... Said ise genç delikanlıdır. Nasıl böyle kabul edebiliyorsun?" diyerek Vali Bey'in kalbine vesvese verir.

Vali Bey, akşamleyin eve geldiğinde; Molla Said'den şetim yiyen genç kızı, ağlaya ağlaya babasını karşılar ve:

"Baba! Bu odaya bıraktığınız Said delidir. Bize sövüyor, odasına bırakmıyor" diye şikâyette bulunur.

Vali Bey, fısıldanan vesveseli sözlerin tam zıddına, namus ve iffet timsâli Molla Said'in şu haline muttalî olunca, hemen kalkar, Said'in odasına girer ve:

- "Herkesin bir piri var, benim pirim de sensin!" deyip elini öper ve bu hadiseden sonra da, Vali Paşa'nın Molla Said'e iltifat ve ihtiramı bir kat daha artar.

Hadiseyi bir de Bediüzzaman'ın kendisinden dinleyelim:

"Târih-i hayatımı bilenlere malumdur. Elli beş sene evvel ben, yirmi yaşlarında iken, Bitlis'te merhum vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı; üçü küçük, üçü büyük. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, birbirinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları birbirinden fark etti, tanıdı. Herkes ve ben de bu hâle hayret ederdik. Bana sordular: 'Neden bakmıyorsun?'

"Derdim: 'İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor.'" (Tarihçe-i Hayat, s. 448)

Bediüzzaman'ın Bitlis'te kaldığı iki yıl içerisinde beraber olduğu Vali Ömer Sabri Bey, 1943 yılında Mora Yenişehir'de doğdu. Babası Leskavikli Mehmet Ragıp Bey'dir. Bitlis Valisi Ömer Sabri Bey, daha önce Mülkiye Tekaüd Nezareti Sandık Emaneti, Maliye Nezareti Serveznedarlığı ve Dersaadet Emniyet Sandığı Müdürlüğünde bulunmuştur.

1895 yılında vekâleten atanmış, bir yıl sonra asaletini müteakip bu görevini 1897 yılının sonuna kadar sürdürmüştür. Bitlis Vali Vekâletine 1895 yılında 17.000 kuruş maaş ile tayin edilmiş, bir yıl sonra asaleti tasdik olunduğunda kendisine bala rütbesi ile beraber zam da verilmiş, aylığı 20.000 kuruş olmuştur. Fakat, yine bir yıl sonra yürürlüğe giren tenkisat ile birlikte maaşı 18.000 kuruşa tenzil edilmiştir. Ömer Sabri Bey, Mekteb-i Mülkiye Mezunu valilerden olup, Arnavutça, Fransızca ve Rumca dillerine vakıftı.

Ömer Sabri Bey, Bitlis'te 1899 yılında vefat etti.

Bitlis Valisi merhum ile ilgili Devlet Arşivlerinde yayınlanan sadece altı adet belgeye ulaşılabiliniyor. Bu belgelerden anlaşıldığı kadarı ile merhumun vefatından sonra vereseleri olan oğlu ve kızlarının birikmiş maaş taleplerinin karşılanması ile ilgili yazışmalar yer almakta. Ayrıca bir belgeden de 1303 İstanbul doğumlu Hüseyin Sermed Bey adında bir oğlunun olduğunu öğreniyoruz.

Kaynaklar:

1- Abdulhamit Kırmızı, Abdülhamid'in Valileri, İstanbul, Klâsik Yayınları, 2007

2- Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said-i Nursî Mufassal Tarihçe-i Hayatı, 1991

3- Başbakanlık Devlet Arşivleri.

Mehmet Selim Mardin

15.01.2008


BİR KISSA, BİN HİSSE

Bir grup mülhid, bir gün Şems-i Tebrizî'ye dediler ki: "Allah şeytana azap edecek diyorsunuz. Oysa Allah'ı gösteremiyorsunuz. Ateşten yaratılan şeytana ateşle nasıl azap edileceğini de ispat edemiyorsunuz! Bunları ispat etmediğiniz sürece, bırakın insanlar canları ne isterlerse yapsınlar!" Şems-i Tebrizî:

"Size bunu ispat ederim!" dedi.

Cerbezeci mülhid, ukalaca: "İspat ediniz! Sizi dinliyorum!" deyince, Hazret-i Şems eline bir kuru kerpiç alarak adama fırlattı. Kerpiç adamın vücudunu fena halde acıtınca, adam soluğu mahkemede aldı ve Şems'ten dâvâcı oldu.

Mahkeme reisi Şems'e adama neden vurduğunu sorunca, Şems: "Ben sadece cevap verdim" dedi. Mahkeme reisi:

"Bu nasıl cevap?" deyince, Şems-i Tebrîzî:

"Efendim, bana 'Allahü Teâlâ'yı göster' dedi. Şimdi bu mülhid, vücudunun ağrısını göstersin bakalım" dedi.

Mülhid şaşırdı:

"Ağrıyı gösteremem" dedi.

Şems-i Tebrîzî:

"İşte Allahü Teâlâ vardır. Fakat ben gösteremem; sen de göremezsin!" dedi.

Şems devam etti:

"Benden, şeytana ateşle nasıl azap edileceğinin ispatını istedi. Ben de bu adama toprakla vurdum. Demek istedim ki, toprak topraktan yaratılan vücuda nasıl acı verirse, ateş de ateşten yaratılan şeytana acı verir, yakar! Sonra bana 'Bırakın herkes canı ne isterse yapsın' diyerek, hesap gününü inkâr etti. Ben de ona vurup mahkemenize gelmek sûretiyle hesap gününün insanlık için önemine işaret ettim" dedi.

Mülhid özür diledi.

Süleyman KÖSMENE

15.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri