Yıllardır binlerce kişiyi mağdur eden başörtüsü yasağı; anayasa tartışmaları, cumhurbaşkanlığı, öğrenci affı, sicil affı, memur atamaları, ara dönemler gibi tartışmalar yapıldığında her zaman gündeme getirilir. Başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları yasağın kaldırılmasını savunur, ancak 28 Şubat'tan sonra iyice azgınlaşan yasak bir türlü kaldırılamaz. İcraatın başından olanlar bile bu yasaktan şikâyet eder, ama bir türlü çözüme kavuşturulamaz.
Ortada ne anayasadan, ne de yasalardan kaynaklanan bir yasak yokken yıllardır insanlar haksızlığa maruz kalıyor. Türkiye'nin dört bir yanında "Yasaklar kalksın" diye eylemler yapılıyor, ama bu feryatlar yıllardır duymazlıktan geliniyor. Yasak öylesine sert uygulanıyor ki, başbakanın eşi GATA'da tiyatro sanatçısı Nejat Uygur'u ziyaret etmek istiyor, başı örtülü olduğu için gidemiyor! Ve "dışarı"da görüşmek zorunda kalıyor. Başbakan eşine böyle bir muamele yapıldığı düşünülürse "sade bir vatandaş"a yapılan muamele nasıldır, düşünün artık. Bu olay bile yasağın hangi boyutlarda olduğunu gösteriyor.
***
Bu haftanın gündemi de yine "başörtüsü" oldu. Gündeme getiren de 5 yıldır iktidarda olan Başbakan Tayyip Erdoğan.
Resmî dâvetli olarak gittiği İspanya'da düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin "başörtüsü" konusundaki sorusuna farklı bir üslupla cevap verdi ve tartışmaları başka boyutlara taşıdı. Erdoğan, "Türkiye'de başını örtenlere 'Başörtüsünü siyasî simge olarak kullanıyorsun' şeklinde baskılar yapıldığını söyleyerek 'Velev ki bir siyasî simge' olarak taktığını düşünün. Bir siyasî simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz? Simgelere, sembollere yasak getirebilir misiniz? Dünyanın neresinde böyle bir suç var? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var? Biz sorumluluğumuzun farkındayız. Özgürlükler noktasından çözümüne inanıyorum. En yakın zamanda çözeceğiz." dedi ve tartışma alevlendi.
Siyasî partilerden tutun da hukukçulara, eski savcılardan tutun da yazarlara kadar herkes bu konuda hüküm yürütüyor. Başörtüsü mağdurları da bu tartışmaları ibret ve hayretle izliyor. Yasağın kalkmasını isteyen bazı kişiler bile sırf muhalefet yapmak adına bu açıklamalara cephe alıyorlar.
***
Başbakan'ın bu açıklamalarına karşı yasakçılara adeta gün doğdu. Yılladır pusuda bekleyen yasakçı zihniyet 'mal bulmuş mağribi' gibi hemen işin üzerine atlayarak "Biz yıllardır başörtüsü siyasî simgedir' diyorduk. Bakın Başbakan da aynı şeyi söyledi" diyerek "simge ipi"ne sarılıverdiler. Bazı televizyon kanalları gizli kameralarla devlet kurumlarında "başörtülü devlet memuru" avına çıktılar.
Burada merak ettiğimiz konu, bu meseleye inanç özgürlüğü penceresinden bakmak yerine niye bu cümle sarf edildi neden yasakçıların eline malzeme verildi, niçin onların ekmeğine yağ sürüldü? Başka hesaplar mı var işin içinde? Bunları anlamak mümkün değil. Şurası bir gerçek ki, açıklama yerinde, zamanında ve zemininde yapılmamıştır. Erdoğan şimdi de, "Bunun çözümü çok kolay. Otururuz beraberce mutabık kaldığımız bir cümleyle bu çözülür" diyor. "Madem bu kadar kolaydı da niye çözülmedi" diye sormazlar mı?
Öncelikle başörtüsü bir siyasî simge değildir. Bunu iyi tesBit etmek lâzımdır. Başörtüsü takanların 'siyasî simge' olsun diye örtünmedikleri yapılan bütün anketlerde görülmüştür. "Neden başınızı örtüyorsunuz?" şeklinde yöneltilen sorulara yüzde 70'in üzerinde verilen "dinî inanç gereği" veya "İslâmın emri olduğu için" cevapları da bunun ispatıdır. Çarpıcı olan da, TESEV'in yaptığı ankette "Bir siyasî harekete dahil olmak amacıyla" diyenlerin oranı sadece yüzde 0.4'te (binde 4) kalmıştır.
"Sivil anayasa taslağı"nı hazırlayan 6 kişilik bilim kurulunun içinde yer alan Doç. Dr. Serap Yazıcı, 2006'da yaptıkları araştırmanın, başörtüsü kullanan kişilerin yüzde 71.5'inin bu tercihlerinin, dinî inançlarından kaynaklandığını gösterdiğini açıkladı. Yazıcı diyor ki, "Bu nedenle, türban siyasî olmaktan çok dinî bir semboldür. Kaldı ki, siyasî simgelerin kullanılması ifade hürriyetinin bir parçasını oluşturur. Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi, ifade hürriyetini ayrıntılı olarak düzenlemiştir" diyor.
Başbakan'ın bu açıklaması belki yeni anayasa Meclis'te görüşülürken veya-eğer bir kanun taslağı getirebilirlerse-o zaman söylenseydi bir sorun olmazdı. Ancak yabancı bir ülkede, hem işin yanlış tarafından bakarak, hem de yasakçıların eline malzeme verecek şekilde söylendiği için yanlış olmuştur. Yoksa simge ve semboller elbette yasaklanamaz.
***
Bu aşamadan sonra artık yasak kaldırılmalı ve mağduriyetler giderilmelidir. Bunun içinde siyasî irade gereklidir. İnsanların okuma ve çalışma hakkını elinden alan bu yasağı kaldırmanın formülü ya yeni anayasa çalışmaları sırasında ya da çıkarılacak bir yasa ile mutlaka çözüme kavuşturulmalıdır. O da yetmez. Başörtülü bir öğrenci okulunu bitirdikten sonra çalışmak istediğinde, ona "Başını aç da gel" denilirse çözümün sadece bir tarafı halledilmiş olacağından, bu yasak kaldırılırken sadece üniversitelerde değil, çalışanlar için de ortaöğretim için de düşünülmelidir.
Bu meseleyi çözmek bu iktidara nasip olur mu? Yoksa "gerginlik olmasın" diye bunun çözümü başka bir bahara mı kalır? Bekleyip göreceğiz. Zira Başbakan bu konuyla ilgili açıklamasının sonunda bunun işaretlerini de veriyor, "Ama öyle çözelim ki bu bir gerginliğe de zemin hazırlamasın. Onun için bunun müzakeresini geniş tutuyoruz. Yani bütün partilerle, parlamentoda en geniş mânâda çözelim."
Ve işin en önemli tarafı ise; artık herkes başörtüsü üzerinden siyaset yapmaktan ve ondan "nemalanmaktan" vazgeçmelidir.
Mağdurlar artık söz değil, icraat bekliyor. Kanunsuz başörtüsü yasağını kaldırmanın vakti çoktan geçmiştir.
18.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|