Geçtiğimiz Pazar sabahı, Bayrampaşa cemaatini ziyaretin ardından Başakşehir ve Söğüt cemaati olarak kıymetli ağabeyimiz Ali Demirel ile kahvaltı ettik. Üstad ile yaşadığı hatıraları anlattı ve hayalen o zamanlara gittiğinde sanki bir anda gençleşiyor gözleri ışıl ışıl oluyordu. Daha sonra Ömer Okçu, yaygın olarak bilinen ismi Hekimoğlu İsmail'i ziyaret ettik. Hastalığın verdiği sıkıntılara rağmen tam bir hamd halindeydi ve her şeyin Alemlerin Rabbi ile olan irtibatını uzun uzun anlattı. Üstad ile görüşmelerinden bahsederken sanki bedenindeki sıkıntılar ortadan kalkmış ve yatağından fırlamak ister gibiydi. Her ikisi de Risâle-i Nur'un kutsiyetinden ve müellifin düşünce eseri olmadığından bahsettiler. Bu aslında külliyat ile derinlemesine irtibatı olan herkesin kanaati. Belki de şu an bu manalara yeterince önem vermiyor olmamızın önemli sebeplerinden biri külliyattın bu boyutlarını fark etmiyor olmamız. Yine Hekimoğlu İsmail'in özellikle vurguladığı bütün cemaatlerin kutsi olduğu hakikati yürekten kopan ve uzun hizmet hayatından süzülmüş bir cümle gibiydi.
İnsanlığın gelişim seyri içinde ortaya çıkan farklı kültür ve medeniyetler varlık alemini kendi iç dünyalarını şekillendiren değer yargıları çerçevesinde, yani ayinelerinin rengine ve özelliğine göre anlamlandırmaktadırlar. Bu noktadan bakıldığında ferdin varlık aleminin içinde şekillenen doğruları hiç bir zaman mutlak doğruyu ifade etmeyecektir. Yani zaman ve mekanın sınırlılığı ve her yönü ile izafi olan varlık aleminde hiç kimse mutlak doğruyu, her şeyin gerçek hakikatini bulduğu iddiasında olamayacak ve doğrular varlık gereği hep izafi olacaktır. Yani her hüküm elde bulunan veriler ve doğruya götürdüğüne inanılan yollar çerçevesinde doğru olduğuna inanılan konumda kalacaktır. Mutlak doğruya ulaşabilecek güç insanlarda olmadığına göre, "her meslek sahibinin başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "mesleğim haktır", yahut "daha güzeldir diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını ve çirkinliğini ima eden "hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturu" herkesçe rehber edinilmelidir. İşin hakikatinde bu dünya ve insanın özellikleri mutlak doğruyu bulmanın rahatlığını yaşatacak özellikler barındırmamktadır. Elde olan tek şey ihlas ve samimiyet, doğru olduğuna inandığını bulana kadar aramak, bulduktan sonra da bu doğruları anlayıp anlatmaya çalışmak olmalıdır. Biz, Nur talebeleri üstadımızdan aldığımız bu dersle, doğru olduğuna inandığımız ve bu inancımıza pek çok dayanak bulduğumuz Risâle-i Nur külliyatını anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Bu dava içinde yer alan herkesin, en azından çoğunluğun inancı, bu külliyatın geçmişin birikimini Kur'ân ve sünnet ışığında toparlayıp asrın ihtiyaçlarına uygun hale getiren bir kaynak kitap olduğudur. Bu yönüyle bir muktesebatın sonucu ortaya çıkmış eser külliyatı olmanın ötesinde bir anlam taşıdığına inanıyoruz. Bu hal eserlerin muhterem müellifi tarafından da ifade edilmiştir. Sebep-sonuç ilişkisi içinde algılanan bir varlık aleminde veya pozitivizmin şekillendirdiği bir bakış açısında bu pek kabul edilebilir değildir. Ancak unutmamak gerekir ki, Yunan ve Roma medeniyetlerinin günümüze uzanan batı medeniyeti tarzındaki varlık algıları artık kökten sarsılmış, önemini iyice yitirme konumuna gelmiştir. Geçen yıl yapılan bir deneyde ışığın ortama daha girmeden çıktığının gözlenmesi sebep-sonuç ilişkilerini iyice derinden sarsmış ve sonucun sebepten önce gelebileceğine kadar uzanan farklı bir varluk alemi tablosu ortaya koymuştur. Bu açıdan bakıldığında bir şeyin olabilirliğini veya olamazlığını ortaya koyarken çok dikkatli olunmalı ve hiç bir zaman direk hükümler verilmemelidir. Bütün bunlardan sonra, şu cümleleri sadece okumanızı ve ruhunuzdaki ve kalbinizdeki akislerine kulak vermenizi rica ediyorum: "Kezalik, hakaik-ı mahza ve mücerredat-ı sırfadan olan maneviyatta, maddiyunun hükümlerine müracaat ve fikirleriyle istişare etmek, adeta latife-i Rabbaniye denilen kalbin sektesini ve cevher-i nurani olan aklın sekeratını ilan etmek demektir. Evet, her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatı göremez."
Bizler ve üstadımız Risâle-i Nur'un mecra olduğuna kesin olarak kanaat etmişiz. Risâle-i Nur'un, Kur'ân, Hazret-i Peygamber (a.s.m.), Hazret-i Ali (r.a.) ve Gavs-ı Azam (k.s.) gibi sönmez ve söndürülemez güneşlerden aldığı enerji ile bu asırda Kur'ân medeniyetini ihya edecek bir kaynak olduğuna inanıyor ve bu sağlam dayanaklarından dolayı sönmez ve söndürülemez olduğuna inanıyoruz. Külliyattan aldığımız enerji ile bu inancımızda en ufak bir şüphe taşımıyoruz. Buna inanmayanları itham hakkımız olduğunu da düşünmüyoruz. Bu kaynağın manevi alt yapısı nedeniyle kuruyacağına dair bir endişe taşımıyoruz.
Bundan sonraki dönemde üzerine odaklanılması gereken nokta cemaatler arası birlik ruhu herkesin bu manayı ortak ruh ile hissetmesidir. Bu ruh aslında Risâle-i Nur'un dünya insanlığına hediye edeceği ruhtur. Barla ruhu yakın bir gelecekte insanlığın birlik ruhu ve çıkış noktası olacaktır.
14.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|