Toplumda, daha ziyade televizyondaki Ekmek Teknesi dizisinin Nusret Babası olarak tanınan tiyatro oyuncusu Savaş Dinçel'in geçen ay vefat ettiğini duymuş olmalısınız.
Vefatından hemen sonra Dinçel için düzenlenen bir veda toplantısında, yakın arkadaşlarından tiyatrocu Müjdat Gezen şöyle demiş:
"Savaş Avustralya'ya gitti, biz de gideceğiz." (Milliyet, Cafe ilâvesi, 26 Aralık 2007)
Vefat eden kişiler için âhiret âleminin bir evvelki menzili hükmündeki kabir ve berzah âlemini Avustralya'ya benzetmenin izahı ne?
Bu tuhaf benzetmenin bundan dokuz sene önce, 17 Ağustos depremi sonrasında atv-şimdi Show TV-haber anchorman'i Ali Kırca tarafından da kullanıldığını hatırlamaktayız.
Depremden sonra Sabah gazetesinde çıkan yazısında Kırca, depremde vefat edenlerin derin acılarla kıvranan geride kalanlarını "tesellî" etmek için bu benzetmeden medet ummuştu.
"Farz edin ki, depremde ölen sevdikleriniz bir daha hiç geri dönmemek üzere Avustralya'ya gittiler. Bunu böyle kabullenin ve bundan sonraki hayatınızı bu kabulle sürdürün."
Peki, niye Avustralya da, ahiret değil?
Kaldı ki, Avustralya Türkiye'ye 20 bin kilometre mesafede çok uzak bir kıta olsa da, gidildiğinde geri gelinmeyecek bir yer değil. Gidiliyor da, geliniyor da.
Bu benzetme, ahiret inancından mahrumiyetin, ölüm ve ayrılık gerçeği karşısında tesellî bulamayan ve bulması da mümkün olmayan laik dünya görüşünü ne kadar zorladığını, ne derece abes ve anlamsız avunmalara mahkûm ettiğini gösteren çok ibretli bir örnek.
Ahiret veya berzah diyemiyor, onun yerine Avustralya'yı koyuyor. Ama böyle yaparak ne kendisini, ne de cenaze yakınlarını rahatlatabiliyor ve tesellî edebiliyor. Boş bir avunma.
Oysa ölüm ve ahiret gerçeğini en güzel şekilde anlatan Bediüzzaman'ın izahları öyle mi?
"Ölüm yokluk değil, hiçlik değil, sönmek değil, tebdil-i mekândır, yer değiştirmedir. Bir çekirdeğin filizlenip çiçek açmak ve meyve vermek üzere toprağa düşmesi gibi, berzahta ve Cennette ebedî çiçekler açmak üzere başka bir âleme intikaldir. Kendisinden önce vefat eden dostlara kavuşmaktır" diyor Said Nursî.
Onun bu noktada, Denizli hapsinde mazlumen şehit olarak vefat eden talebesi Hafız Ali için yazdığı mektupta kullandığı şu cümle, son derece enteresan, düşündürücü ve ferahlatıcı:
"Nasıl ki buradan Isparta'daki kardeşlerimize selâm gönderip muarefe, muhabere ile (tanışıp haberleşerek) sohbet ediyoruz; aynen öyle de, Hafız Ali'nin tavattun ettiği (vatan tutup yerleştiği) âlem-i berzah (kabir âlemi), nazarımda Isparta, Kastamonu gibi olmuş." (Şualar, s. 292)
Nerede kabir, berzah ve âhiret kavramlarını kullanmamak için Avustralya'ya sığınmaktan medet uman anlayışın zavallılığı ve sığlığı...
Ve nerede ahirete imanın verdiği dinamizm ve canlılığı, kabir âlemiyle Isparta ve Kastamonu arasında hiçbir fark görmeyişiyle ortaya koyan inanç dünyasının zenginliği ve derinliği...
Ve nerede "Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz şimalde, birimiz cenupta; birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak da biz yine bir ve beraberiz" diyen bir ebedî dostluğun ferahlığı...
13.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|