Prof. Nur Vergin, dindarlara çok büyük baskılar yapıldığını söylüyor. Ertuğrul Özkök, "ibadetlerinden kimse sıkıntıya düşürülmedi" iddiasında. (Tabiî, kendi çevrelerindeki oruç, kurban gibi meselelerden kimse sıkıntı çekmedi) Taha Akyol; Özkök ve zihniyetinin Prof. Vergin'i linç etmeye kalktığını yazdı, ama "Elbette Türkiye'de ibadetlere kimse karışmıyor; tam bir özgürlük vardır" diyor.
Laiklik adına dindar insanlara yapılan işkenceleri ve hâlen çektirilen sıkıntıları ciltlere yazmakla tüketemeyiz. Şu tabloya bakar mısınız:
Laik-seküler anlayışı, hayatın her kademesinde uygulamak isteyen CHP; 1947 kongresinde, "Laiklik, yalnız din ile siyaset arasında bir alâka kurulmaması değil, sosyal hayatın her yönü ile din arasında bir münâsebet kurulmamasıdır"1 der.
Aslında laiklik, bir idâre şekli ve bir rejim değildir. Ama, Türkiye'de bir rejim gibi algılandı. Dahası, Osmanlı aydınlarının, laiklik olarak ifâde edilen düşünceye buldukları ilk karşılık, "asrîlik"tir.2 Bu kavram, Anglo-sakson geleneğindeki "sekülarizmi" (dindışılığı, dinsizliği) karşılamaktadır. Asrîleşmek ilericilik, din ise gericilik demektir! Öyle ise, modernleşmek, yâni asrîleşmek için dini ortadan kaldırmak gerekir! Üstelik liberal değil, "jakoben" Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, "Biz Avrupa'daki mânâda bir laiklik kabul etmiyoruz, devlet kontrolü olacaktır ve olmasında da fayda ve zarûret vardır"3 şeklindeki sözleriyle CHP zihniyetinin laiklik anlayışını ortaya koyuyordu.
1926'da kabul edilen Cezâ Kanunu'nun, meşhur 163. maddesi, dinî faaliyetlerle ilgili cezaları öngörüyordu. 15 Nisan 1928'de, Anayasanın 2. maddesi olan "Bu devletin dini, din-i İslâmdır" ibâresi kaldırılır. 26. maddede yer alan, "Meclis, dinî hükümleri yerine getirir" hükmü de çıkarılır. Laiklik maddesi, Anayasa'ya 1937 yılında, bir politika gereği sokulmasına rağmen, o zamana kadar ilke ve inkılâplar tamamlanmış, din dersleri tamamen kaldırılmış, din adına ne varsa yasaklanmıştı.
Oysa siyasî literatürde, demokrasinin temel esaslarına aykırı olmamak şartıyla laiklik, devletin her türlü inanç, düşünce karşısında tarafsız kalmasıydı. Bediüzzaman, "Laik cumhuriyeti dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder"4, "Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim"5, "Hem, bu mübarek vatanda bu fıtraten dindar millete hükmedenler, elbette dindarlığa taraftar olması ve teşvik etmesi, vazife-i hakimiyet cihetiyle lâzımdır. Hem madem, laik cumhuriyet, prensibiyle bîtarafane kalır ve o prensibiyle dinsizlere ilişmez; elbette dindarlara dahi bahaneler ile ilişmemek gerektir"6 diyerek o mefhum kargaşasında, laikliğin gerçek târifini vermişti.
Laikliği dinsizlik olarak algılayan ve öylece uygulamaya çalışan zihniyet, 28 Şubat süreciyle hâlâ aynı bağnazlığı devam ettirmektedir.
Dipnotlar:
1- Doç. Dr. Mümtaz'er Türköne, Modernleşme, Laiklik ve Demokrasi, s. 3.;
2- A.g.e.;
3- Sebilürreşad, Mecliste Anayasa Müsakereleri, c. 13, sayı: 320, Nisan 1961, s. 317.;
4- Tarihçe-i Hayat, s. 204;
5- Şualar, s. 318;
6- Tarihçe-i Hayat, s. 195.
13.01.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|