Dünden devam
CUMA GÜNÜ DANANIN KUYRUĞU KOPUYOR
Abdullah Mangala'nın takdim ve tehirleri yüzünden bayramın ilk günü ve ikinci günü de kurban kesemiyoruz. Bayramın birinci günü Abdullah Mangala bizi ziyaretlerle oyalıyor. İkinci günü de Al-Maktum'un okulu ve külliyesine gidiyoruz. Bakıyoruz orada 'Kimse Yok mu?' ekibi kurbanlarını kesmişler ve halka dağıtıyorlar. Hoşumuza giden bir husus halka kupon karşılığı olarak kurban eti dağıtmaları. Bu düzensiz bir ülkede düzene işaret ediyor. Biz de aynısını istiyoruz. Ama yine de dağıtım hır gür olmadan gerçekleşmiyor. Et dağıtımının tanzimi için ordudan kiralık askerler tutulmuş. Orada bu gibi işler için asker kiralayabiliyorsunuz. Bunlar dağıtıma nezaret ediyorlar. Ama etrafta durumdan vazife çıkarmak isteyen bir takım tufeyli erat da var. Yani anlayacağınız insi çakallar. Bunlar da et istiyorlar. Asıl görevli olanlar bu tufeylilere et vermek istemiyor. Göz açtırmıyorlar. Ama öteki pazu gücüyle buna ulaşmak istiyor. Bir aralık iki asker arasında et çekişmesi yaşanıyor. Neyse ki tatlıya bağlanıyor ve dışarıdan gelen askere de göz payı bir hisse et veriliyor. Adam oradan giderken yüzünde vahşi bir parıltı beliriyor. Gerçekten de kurbanını almış gidiyor bir edası var. Etten ziyade 'istediğimi aldım' edası ve zafer sarhoşluğu içinde. Belki de en sevdikleri şey adam yerine konulmak. Bunun ezikliği içindeler. Bunun için de olmadık şeyler yapabiliyorlar. Buradan da şu neticeye varmak mümkün: Afrikalıların en sorunlu yanları bir fakirlikleri, ikincisi de sömürgecilikten kalma kompleksleri olmalı.
MEZBAHANEYE GİDİYORUZ
Abdullah Mangala perşembe günü hayvanların alındığını söylüyor ve hep birlikte umumî mezbahaneye gidiyoruz. Gerçekten de büyük bir mezbahane. Abdullah Mangala ve diğerlerini bizi beklerken buluyoruz. Biraz muz ve yer fıstığı yiyorlardı. Bize de buyur ettiler. Oturdum ve biraz sonra hayvanların geldiğine işaret ettiler. Hayvanlar büyük bir kamyondan indiriliyordu. İnişine nezaret etmek üzere gittik. Hayvanlar araçtan karga tulumba vaziyette mezbahaneye indiriliyordu. Hayvanların kaçabilecek yolları kapatılmıştı. Ve ortada bazı kadınlar vardı. Besbelli ki kesim sonrası et bekleyen, nasiplenmek isteyen kadınlardı bunlar. Hayvanların kamyonlardan tahliyesi bir hayli uzun ve meşakkatli oldu. Zira cambazlar ve kasaplar çevik bile olsalar hayvanları indirme teknikleri zayıftı. Ve direnen hayvanlara eziyet de ediliyordu. Bunun sonucu olarak hayvanlardan bir kısmı asabileşmişti. Neyse ki hayvanlar indirildi. Hayvanlar gerçekten de iriydi.
HESAPLAR KARIŞIYOR
Bununla birlikte bizim hesaplarımızla Abdullah Mangala'nın hesapları arasında büyük bir fark ortaya çıkıyor. Abdullah Mangala hayvanlar indirilmeden önce beni çağırıyor ve fısıldıyor. Hayvanların beherinin 1200 dolardan alındığını ve dolayısıyla verdiğimiz paraya 10 baş hayvan düştüğünü söylüyor. Yardımcısı Musa Reşidi'nin bu icraatı yaptığını aktarıyor. Fazla yapacak bir şey yok. Çar naçar kabulleniyoruz. Halbuki pazarlıkta bizim de olmamız lâzım. Sadece güvene dayalı olmaz. Kurban mevsimi olduğundan ve bir de hayvanlar oldukça iri olduğundan kabullenmemiz kolay oluyor. Bununla birlikte hayvanlar indirildikten sonra kurbanların kesimi ertesi güne talik ediliyor. Burada her şey bir merasim. Abdullah Mangala da o gün ülkenin doğusuna gidiyor. Biz Şabani ve Musa Reşidi ile birlikte kalıyoruz. Musa Reşidi hakkında bir fikrimiz yok. Kurban günlerinde şunu fark ediyoruz: Ülkede kurban kültürü yok. Bunun değişik sebepleri olabilir. Birincisi, Müslümanlar azınlık. İkincisi Şafii mezhebine mensuplar ve hanefi mezhebinin dışındaki mezheplerde kurbanın hükmü vacip değil sünnet. Bundan dolayı yaygın bir kurban geleneği göremiyorsunuz. Kurban geleneği olmadığından kurban normal mezbahanelerde kesiliyor. Özel bir kesimhane yok. Bundan dolayı kanaatim şu, İHH gibi yardım kuruluşları birkaç dilde kurban broşürü çıkarmalı ve kurbanın önemini ve keyfiyetini izah etmeli. Bu gibi ülkelerde ya paran olacak aslında bu da tehlikeli seni tehlikeye maruz bırakabilir ya da arkan olacak. Bundan dolayı bu toplumda adam kayırmak çok önemli. Zira, hukukunu güç olmadan korumak adeta imkânsız.
AKSİLİKLER BİTMİYOR
Aksilikler hep peşimizi kovalıyor. Cuma sabahı sözleştiğimiz üzere hemen kalkıyor ve mezbahaneye intikal ediyoruz. Mezbahane yetkilisi de kurbanların kesimini seyredebilmemiz için bizden rüşvet istiyor. Birkaç kuruş bahşiş veriyoruz. Artık alıştık. Burası Mısır'ı da geçti. Halbuki orada herkes seyirci. Biz kurban sahibi ve yabancı olduğumuz için bizim seyirciliğimiz paraya veya bahşişe tabi. Kurbanlar önce mazgallara diziliyor ve sonra kesilmeye başlanıyor. 4 büyük hayvan görüyoruz ve ardından bir de yanına küçük getiriliyor. Biz itiraz ediyoruz. Bunun üzerine bir büyük yerine iki küçük kesileceğini söylüyorlar. Yanlışları görünce itiraz ediyoruz, itiraz edince de 'Sorun yok. Halledeceğiz' diyorlar. Tam bir tuluat ve gözboyama var. Neden o gün onunu da kesmiyorlar bir türlü anlayamıyoruz. Daha sonra bütün bunların oyalama ve gözboyama taktikleri olduğunu görüyoruz. Muhammed Düzcan kesime nezaret ederken Şabani bana: "Havaalanına gidelim ve çantalara bakalım' diyor. Bunun üzerine kesim yapılırken Muhammed Düzcan'ı mezbahanede bırakıyor ve Şabani ile birlikte havaalanına gidiyoruz. Havaalanına varıyoruz oraya girmek de çıkmak da bir dert. Elimizdeki bagaj kayıtlarını gösteriyor ve giriyoruz. Girerken de polisler rüşvet istiyorlar. Neyse ki zar zor girebiliyoruz. Tam da alana, bagajların yanına geldiğimizde Şabani'yi içeriye sokmuyorlar. Benim girmemin yeterli olduğunu söylüyorlar. İçeriye giriyorum. Kimsecikler yok. İn cin top oynuyor. Bir taraftan da güvensiz bir yer olduğundan dolayı tek başına bir beyaz olarak çekiniyorum. Bereket biraz sonra yine Nairobi üzerinden bir uçak geliyor Erzurumluların deyimiyle etraf şenleniyor. Derken orada omuzu kalabalıklardan birisini görüyorum. Pilot olmalı. Bagaj bilgilerimi veriyorum. Bunun üzerine delik deşik olmuş bandajın peşinden bagajların yüklendiği alana doğru kayboluyor. Biraz sonra geliyor ve bulamadığını söylüyor ama kayıtları vermiyor. Elinde tutuyor. Bize yardımcı olmakta ısrarlı. Bakıyorum Şabani de alana girmiş ve alanda daha önce bize yardımcı olan Abbas da var. Buralar Abbas'dan soruluyor. Alanda bagaj kayıtlarıyla birlikte kayıp veya sonradan gelen bagajların bulunduğu bölümlere gidiyoruz. Çanta taraması yapıyoruz. Tek tek arıyoruz. Ondan önce Muhammed Düzcan'ın kayıtlarının da yanımda olduğunu zannediyordum. Fakat yaptığım tetkikler sonucunda Muhammed Düzcan'ın kayıtlarının bende olmadığı ortaya çıkıyor. Sonra da zaten Düzcan'ın çantasından umutlarımızı kesiyoruz. Telefonla kendisine bildiriyorum. Çantayı geliş salonunda bulamıyoruz. Bunun üzerine bir üst kata çıkıyoruz. Burada bizim gibi çantalarını arayanlarla karşılaşıyoruz. Güney Afrika Hava Yolları arması olan bir salondayız. Fransızca konuşan bir beyaz da var. Onun dışında Kinşasalılar bizim gibi çantalarına ulaşmaya çalışıyorlar. Bir müddet bekliyoruz. Bizi dışarıya çağırıyorlar.
ÇANTA MACERASI
Dışarıya çıktıktan sonra yan odaya alıyorlar ve orada da 'kayıp/buluntu' çantalar var. Meğerse orada saatlerce bu odanın anahtarlarını yanında taşıyan görevlinin gelmesini beklemişiz. Odanın anahtarları demek ki ona zimmetli. Adam geldikten sonra kapı açılmış. Lâf aramızda ben de çantamı fazla tanımıyorum zaten. Neyse ki yardımcı oluyorlar ve eşkal ve numaralarla karşılaştırma sonucunda benim çantam bulunuyor. Zaten içinde özel eşyalarım; pijamam, gömleğim ve pantolonum var. Başka hiçbir şey yok. İmza karşılığında bize bunları veriyorlar. Sonra hep birlikte kesimhaneye doğru gidiyoruz. Havaalanı çıkışına Şabani pratik bir şekilde ambalajlanmış ananas parçaları alıyor. Zaten sabahları kahvaltı yapmıyoruz. Bazen akşama kadar aç gezdiğimiz oluyor. Çantamızı aldıktan sonra havaalanı yolunda ilerlerken etlerin kupon karşılığı dağıtılması için kuponların fotokopisini çektirmek için aracımız bir açık alanda duruyor. Burada fotokopi dükkânları var. İşte burada kaş yapayım derken göz çıkarma durumuyla karşı karşıya kalıyoruz.
EYVAH!!!
Galiba fotokopi dükkânının biraz ilerisinde durmuşuz. Bundan dolayı şoförümüz biraz geri geriye gitmek isterken arkadan bir gürültü geliyor. Bir yere çarptığımızı anlıyoruz. Bakıyoruz bir öğrenci kıza çarpmışız. Dizine çarptığımız anlaşılıyor. Kız ayaklarını ovuyor ve yere oturuyor. Gözlerinden yaşlar boşanıyor. Bu manzara hapı yuttuğumuzun resmi oluyor. Meşgale arayan insanlar hemen aracımızın etrafını çeviriyorlar. Ne kadar da boş insan var. Olay kargaşaya dönüyor. Biraz sonra bir kadın polis de hemen geliyor ve fırsattan istifade zorla aracın ön kapısını açıyor ve kızla birlikte kendisi de biniyor. Bizi hemen yakındaki polis karakolunun yanına götürüyorlar. Orada hiçbir şeye benzemeyen bir konteyner ve polisler görüyoruz. Bir kargaşadır gidiyor. Polis şefi geliyor ve kızı hastaneye götürmemizi ve rapor almamızı istiyor. Bunun bir rüşvet tuzağı olduğunu sonra anlıyoruz. Kız kurban, biz de rehinesi. Durumdan vazife çıkarmak ve suç istismarı diye herhalde buna derler. Benim de dışarı çıkmamı istiyor. Keşke çantamı yanıma alsaydım. Çantam da araçta kalıyor. Adam aracın anahtarlarını eline alıyor ve gidiş o gidiş. Biraz sonra sadece kurtardığımız çantanın değil aynı zamanda aracımızın da polis şefinin eline rehin düştüğünü görüyoruz. Fark ediyoruz ama geç fark ediyoruz. Garibimize giden husus, günler sonra havaalanından bin bir zahmetle kurtarabildiğimiz çantamızı eften püften bir sebepten dolayı araçla birlikte polislere rehin vermemiz.
Devam edecek
|