Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Başörtüsünde kaybedilenler

Birileri, işlerinin kötüye gitmesinden dolayı sürekli kriz üretmekte, toplumu olmadık ve olmayacak şeylerle germektedir. Bu da, birilerine gözyaşı, diğerlerine de korku dolu gözlerle endişeli bekleyiş olarak dönmekte.

Başörtüsü veya türbandan dolayı döktürülen gözyaşlarına neredeyse her gün bir yenisi ekleniyor. Buna sebep olanların ruh dünyalarının nasıl olduğunu doğrusu merak ediyorum. Bu çocukların her birine, uzağında oldukları siyasî simge, siyaset, devlet gibi konulardan sorular sorulsa, çoğundan doğru dürüst bir cevap bile alınamayacaktır.

Bu yanlış yaklaşım devam ederse, bundan sonra da siyasî simgelerimiz hiç bitmeyebilir. Yarın, kişinin elindeki tespih, gömleğinin yaka biçimi veya beline bağladığı kuşağın şekli de siyasî simge sayılabilir. Farklılıklara açık olmamız, yersiz korkuları üzerimizden atmamız gerekir. Yoksa hayatı hem kendimize, hem de başkalarına acılaştırırız. Dayatma, dayatılan doğru da olsa insan fıtratının kabul etmediği bir şeydir.

Başını örten kişiyi tehlike olarak gören bir zihniyet, acaba o başı örtülü kimselerin babaları, kardeşleri veya oğulları hakkında ne düşünüyorlar? Onlar başını örtenden daha tehlikeli olamazlar mı? Bu kimseler toplumun ve devletin birçok kademesinde çalışmaktadırlar. Yeri geldiğinde askere alınmakta ve eline silâh verilmektedir, bu onlara göre bir tezat değil midir? Onun annesini veya hanımını tehlike olarak kabul edeceksin, fakat tehlikenin daha büyüğüne güvenip askere alacaksın ve eline silâh vereceksin. Bu durum hem anneyi, hem de çocuğu yaralamaz mı? Başını örttü diye o anneyi hiçbir yere kabul etmeyeceksin, fakat oğlu şehit düştüğünde o annelerin gözlerinin içine baka baka o çocuğu o annenin eline vereceksin, onu teselli edeceksin. Yoksa bu ülkede bu insanlara sadece, vergi vermek, evlâdını vermek, tarlasında çalışmak, bir de gözyaşı dökmek mi düşüyor?

Bir 'vehim'in üzerine bu insanlara bu kadar gözyaşı döktürmemek gerekir. Özgürlüklerin arttığı, hapisteki katilin bile haklarının konuşulduğu, iyileştirildiği bir zamanda, zarif ve ince ruhlu olan bu mağdurlara daha fazla mağduriyet yaşatılmamalıdır.

Başörtüsüne herhangi bir sebepten dolayı karşı olan ve başörtülüleri tehlike olarak kabul eden kimse bilmeli ki, bu başını örtenler, karşı çıkanların ailelerinden ve akrabalarından var olabilecek başörtülülerden daha farklı kimselerde değildir. Hem bunu, bir de kendi çocuklarınız üzerinde bir düşünün. Çocuğunuzun vazgeçemeyeceği bir sebepten dolayı, okula alınmadığını ve gözyaşları içerisinde haksız olarak eve gönderildiğini, sonrasında sizde oluşan duyguları bir tahmin edin. Ondan sonra siz dönün, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü deyiverin. İsimlerin değişmesi ile hakikatin değişmediğini herkes bilir. Vicdanlara sığmayan bir şeyi, hangi adla olursa olsun siz hiçbir yere sığdıramazsınız. Asgarî saygı, asgarî hukuk, en düşüğünden insan haklarına bile bu sığmaz.

Evhamla yola çıkarsanız, bunun sınırını ve varacağınız yeri kestiremezsiniz. Her insana imkân dairesinde potansiyel bir suçlu olarak bakmanız gerekecektir. Her insan bir başka insanı öldürebilir diye. 'İmkân, mümkün, ihtimal, zannederim...' bu şekilde hareket ederseniz nerede duracaksınız? Bu mesele bir edebiyat veya bir şiir yazma meselesi değil, siz insanların geleceğini bu yollarla karartıyorsunuz.

Şimdi de, hayata kendi pencerelerinizden baktırdığınız insanları, bu evhamlarla korkutmaya başladınız. Mahalle baskısı terimini icat edip, onunla milyonları, gelecekler, kesecekler, zorla hayatlarınızı değiştirecekler diye korkutmaya çalışıyorsunuz. Hiç olmasa kendi tarafınızda kabul ettiğiniz bu insanlara acısanız bari. Bu ürettiğiniz korkuya, insanın psikolojisi mi dayanır?

Ürettiğiniz korkuların yersiz olduğunu anlatmak için, değişik kesimlerden yüzlerce insan sizi ikna etmeye çalışıyor, fakat siz yine ikna olmuyorsunuz. Eskiden fikre düşmandınız, şimdi ise adeta hayata ve akla düşman olmaya başladınız.

Bu işte insaflı olanlar için karşılıklı anlaşabilmenin yolları daima vardır. İnsaflı olan merhametli olur, düşmanı da olsa başkalarının hukukunu düşünür. Milletin menfaatini ve huzurunu kendi şahsî menfaatlerinin önüne alır. Her iki tarafın istismarcıları yüzünden bir milletin geleceğinin kaybolacağını görür. İstismarcıya vurayım derken, yanlışlıkla her iki tarafın çoğunluğuna vurulduğunu anlar. Her iki tarafın, birbirlerine vurmadan biraz birbirlerine yaklaştığında, durumun korkulan gibi olmadığını görür. Aşırılıklar olsa bile, her iki tarafın aşırılıkları bir şekilde törpüleneceğini bilir. Farklılıkların birlikte yaşayabileceğini, bunun bir zenginlik olduğunu kabul eder.

Bu konularda insaflı olmayanlar için ise karşılıklı anlaşabilmenin yolları son derece daralmaktadır. Bazen gözün önündeki bir kıl veya bir renk kayması, o kişinin dış dünyadaki gördüklerinin şeklini de yanlış görmesine sebep olması gibi, bizdeki birçok aydının dünyası da böyle galiba. Sen dış dünyayı ne kadar anlatırsan anlat o yine gözünün önündeki kıl veya renk kaymasına göre görüyor. Dünya değişmiş, özgürlükler artmış, farlılıklar artık bir arada yaşayabilmekte, fakat bazılarında 'tık' yok. Bunların hali, Japonya'da savaş bittikten sonra, savaş daha devam ediyor diye korkularından 30-40 sene saklanan adamların hali gibi. Ama yine de yılmamak gerekir, anlatmaya devam. Belki o vücut sarayında az da olsa ve de kaldıysa 'insaf'ın ve vicdanın bulunduğu bir yere ulaşılabilinir. Belki onlardan da bir 'tık' sesi alınabilinir, belki onlara da savaşın bittiği anlatılabilir.

Zafer Akıncı

24.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri