Türkiye, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü esas alan devlet ve sistem yapılanması, anayasa, kanunlara sahip değil. Kısmen keyfîlik devam ediyor. Bunun göstergelerinden birisi, YÖK ve keyfî uygulamaları, başörtüsü yasağıdır. Baştan ayağa yasaklarla dolu Anayasa'dır, 301. madde gibi çarpık kanunlardır.
Yüz binlerce başörtülü, milyonlarca akrabası ve çevresi mazlumdur, mağdurdur. Hepimiz düşünmeliyiz:
Bu iktidar başörtüsü yasağı ve keyfîliği kaldırmayı başarabilir mi? Aslını isterseniz "sayısal" olarak mümkün. Çünkü arkasında yüzde 47 gibi halk destiği ve parlamento çoğunluğu vardır. Öyle ise, bu problemi çözebilir ve çözmelidir. Ne var ki, "Toplumsal mutabakat, kurumsal mutabakat olsaydı, çözerdim!" ve maateessüf ki, başörtü problemini çözeceğine, mağdur ve mazlum yüz binlere, "Siz başörtülerinizi çözün, yalınayak, başı açık devam edelim!" diyor.
Öyle görünüyor ki, çözmeyecek; korkarım ki, çözmeyecek; hayıflanırım ki, çözemeyecek! İstemediğinden mi? Hayır, herkesten daha teşne, daha mecbur. Ama, istemek ayrı, yapmak ayrıdır. Beş senedir kâhir bir ekseriyetle iktidardı, ikinci devre de kâhir bir ekseriyetle iktidar oldu. Eğer çözebilseydi, alâküllihâl çözerdi; çözmeliydi! Öyle ise neden çözemedi ve çözemez?
Tebeyyün etti ki, bu iktidarın en büyük eksikliği; insan hak ve hürriyetleri konularında eğitimi, birikimi, yapılanması; demokratik kararlığı ve cesareti olmamasıdır. Her şeyin bir bedeli vardır. Bedel ödeyecek gücü yoktur! Zaten, şimdiye kadar demokratik hiçbir bedel de ödememiştir. Siyâsî hayatı boyunca da bunun mücadelesini vermemiştir. Yegâne mücadelesi, iktidar olmaktı! Ve çalıştığının karşılığını aldı, alıyor!
Haddizâtında demokratlık ve hürriyetperverlik bir anlayış, bir hayat biçimi, bir maharet, bir mücadele şeklidir. Demokratlık, gerektiğinde hak ve hürriyetler uğruna başını mertçe vermektir! Ancak, adamlar koltuklarını bile vermeye râzı olmuyorsa, nasıl mesafe alınabilir ki! Demokratik cesaret ve icraat bir eğitim, bir anlayıştır. Herkes bunun örneklerini kendisinden, çevresinden bulabilir. Kendimden örnek vereyim: Karadenizliyiz ya, serde inşaatçılık da var! Komşumuz sıvacı Halil Usta'nın yanında 15 gün çıraklık yaptım. Baktım ki, malayı öyle bir kapışı, harçları duvara öyle bir serilik ve ustalıkla yapıştırışı var ki, "Tamam ben de yaparım!" dedim. Zaten, "Harç kar, çimento getir, su dök, malayı ver!" diye verdiği emirlerden bıktım, "Ben de veririm!" dedim; ustalığımı ilân ettim! Allah rahmet eylesin, babaannemin iki odalı evini sıvadım yamuk, yumuk! Artık usta olmuştum!
Bir ustadan sıvanacak bir daire aldım; biraderi de çırak... Taşeronu olduk anlayacağınız!.. Harç yaptık. Ve duvarlara çalmaya başladım. Aman Allah'ım! Ellerim, kollarım, belim! Ve her mala çalışımda harç giren gözlerim! Malayı duvara sallıyorum, harç yerde, ben yerde, mala yerlerde! Nerede o serilikte mala çalan usta, nerede ben!
İkinci gün kontrol için usta geldi; perişan halimizi gördü! Bir şey diyecek, diyemiyor. Gitti, geldi, gitti, geldi ve en sonunda, "Ortağımla anlaşamadık, işi durduruyorum, işi bırakın!" dedi. Canımıza minnet; pılıyı, pırtıyı âletleri toplayıp kaçtık. İşin tabiatı şudur:
Tecrübesi, mahareti olmayan biri, bir memur ustalık, ticaret, öğretmenlik yapabilir mi? Hem de nazar-ı dikkate almak lâzımdır ki: Kim birşeyde çok tevaggul etse (uğraşsa), galiben başkasında gabîleşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binâendir ki, maddiyatta tevaggul eden, mâneviyatta gabileşir ve sathî olur. Bu noktaya nazaran, maddiyâtta mahareti olanın mâneviyâtta hükmü hüccet olmasına sebep olmadığı gibi, çok defa sözü dahi şâyân-ı istimâ değildir. Evet, bir hasta, tıbbı hendeseye kıyas ederek, tabibe bedelen mühendise müracaat edip gösterdiği ilâcı istimal ederse, akrabasına tâziye vermeye dâvet ve kendisi için kabristan-ı fenânın hastahanesine nakl-i mekân etmek için bir raporu istemek demektir.1
Anayasa, demokratik hak ve hürriyetler harçtır. İktidar sıvacıdır. Eğer mayası demokrasi ile yoğrulsaydı; eğer hak ve hürriyetlerin mücadelesini vererek gelseydi, gayet rahatlıkla bu işi halledebilirdi, diye düşünüyorum, ne dersiniz? Yanılıyor muyum?
Anneler şefkatlerini yanlış kullanmaz; babalar, hacılar, hocalar, ilâhiyatçılar hak ve hürriyetlerden taviz (ödün) vermez; iktidar sözünün arkasında durup geri adım atmazsa; sadece duâlarımız, arzularımız ve yaklaşımımızla başörtüsüne taraf çıksak yasak asla süremez; yasak yasaklanır! Unutmayalım, taviz yasakçıyı durdurmaz; bilakis teşvik eder.
Yasakları kaldırmak, cesur bir demokrat yürek ister. Tıpkı, 1950'de DP'nin yaptığı gibi. Onun o devrede yaptığını şimdi siz yapamazsanız çok ayıp kaçmaz mı?
Dipnot:
1-Muhâkemât, s. 15.
24.01.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|