Her ülkede iktidar vardır. Dikta ile yönetilen ülkelerde, hatta yamyamlarda da!.. Ancak, gerçek ve başarılı iktidar, hürriyet/demokrasi olan ülkelerdedir. Diğer bir ifadeyle, eğer vatandaş, iktidara karşı "emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker"i rahatlıkla ifâ edebiliyorsa, o gerçek bir iktidardır ve o ülke kalkınma yolundadır.
İslâm'ın temel esprisi; doğruluğun, gerçeğin ortaya çıkması, yanlışın, kizbin reddidir. Asr-ı Saadet iktidarlarında Sahabe-i Kirâm da, "emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker" vazifesini, örneğine bir daha rastlanmayan, rastlanamayacak ciddiyet ve derecede nezahet-nezaketle ifâ etmişlerdir. Hayatları pahasına da olsa, gerektiğinde en yakın akrabalarına dahi "kılınç" çekmiş; hakkın hatırını dâima üstün tutmuş; devlet başkanlarını da tenkit etmekten çekinmemişlerdir.
Hz. Ebûbekir (ra), devlet başkanı seçildiğinde yaptığı uzun konuşmada özetle şöyle der:
"Ey insanlar, sizin başınıza yönetici seçildim, ama sizden daha hayırlı bir kimse değilim. Eğer davranışlarımda, uygulamalarımda doğru yaptığımı ve söylediğimi hissederseniz bana yardımcı olun; hak ve hakikatten saptığımı görürseniz hatalarımı doğrultunuz."
"Ey Ebû Bekir! Peygamberin halifesisin, seni seçtik, yöneticimizsin, emîri'l-mü'minînsin, şunu bilesin ki, en ufak bir eğriliğini görürsek şu kılınçla doğrulturuz."
O, "Ebû Bekir'in maiyyetinde, onun hatasını kılıncıyla doğrultacak fertleri bulunduran Allah'a hamd olsun"1 diye şükreder.
Hz. Ömer de (ra) devlet başkanı seçildiğinde yaptığı konuşmada, "Size açık söylüyorum. Sizden kim bir haksızlığa uğrarsa veya benden hoşlanmadığı bir tutum ve davranış görürse bana haber versin. Çünkü ben de sizin gibi bir insanım. Siz söylemezseniz ben bunları bilemem"2 şeklindeydi.
Ve, "Eğer içinizden biriyle benim ihtilâflı bir meselem olursa istediğiniz birinin önünde onunla muhakeme edilmekten kaçınmayacağım. Eğer benden bir şikâyeti olanınız varsa, hâkim huzûruna çıkmaya hazırım"3 güvencesi vermişti.
Dördüncü halife/devlet başkanı Hz. Ali (ra), Mısır'a vali tayin ettiği Malik bin el-Haris el-Eşter'e gönderdiği emirnâmede yöneticilere; 15 asırdan beri tazeliğini kaybetmeyen vecîz tavsiyelerde bulunmuştu. Müşavir ve münekkitle ilgili pasaj şöyle:
Şahıslar içinden en ziyâde onu beğenmelisin ki, sana acı gerçekleri herkesten ziyâde o söylesin ve şâyet Allah'ın sevdiği kullarının yapmasına razı olmadığı bir harekette bulunmak istersen, sana yağcılığa kalkışıp teşvik etmesin.4
Ömer bin Abdülaziz halîfe olunca, halka ilk hitâbesinde "... Hiç kimse bana körü körüne itaat etmeyecek. Allah'ın şeriatına uymayan emirlere de itaat yok. Ben sizin en hayırlınız değilim, sadece sizden biriyim..."5 diye seslenir.
Acaba Asr-ı Saadet denen o mutlu çağda; "ma'rûf ve münker", iyiye teşvik ve yanlışı eleştirip düzeltme ruhundan gelen esintilerden ne derece istifâde edebiliyoruz? Onlar kendilerinden olan, arkadaşları, dâvâdaşları olan yöneticileri şiddetle eleştiriyor, yanlışlarını düzeltiyorlardı. Bizim bu anlayıştan nasibimiz ne kadardır? Seçtiğimiz kişilerin hatalarını bin bir tevil ile mazur gösteriyor, gizliyor, kamufle mi ediyoruz; yoksa hakperest davranıp "emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker"i mi yerine getiriyoruz?
Dipnotlar:
1- Sîre, 2:272.; Tabakât, 3: 567-568.; 2-Age, c. 3, s. 182-183.; Sîre, c. 4, s. 311; İnsanü'l-Uyûn, c. 3, s. 483.; Hayatü's-Sahâbe, c. 3, s. 317.; 3- Age, c. 3, s. 329.; 4-Hz. Ali'den (ra) Devlet Başkanlarına Öğütler, Seha Neşriyat, s. 10-11.; 5- Age, c. 3, s. 324.; c. 2, s. 20; Hilye, c. 1, s. 54.
22.01.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|