Yaşadığımız asır, bir bakıma 'imaj' asrı. Derdini anlatmayanın derman bulması zor. Ülkeleri yönetenler, en önce yaşadıkları ülkenin 'gerçek'lerini tanıyacak, sonra da bu gerçekleri bütün dünyaya tanıtmaya çalışacaklar. Bu yapılmadığı sürece, 'muasır medeniyet seviyesi'ne ulaşmak neredeyse imkânsız.
Tabiî ki 'muasır medeniyet seviyesi' kavramı da tartışmalıdır. Kimilerine göre, bu maddî zenginlik, kimilerine göre de başka bir 'değer'dir. Başka bir değerlendirmeye göre de bu seviyenin ölçüsü, müstehcenliğin serbest olması ya da 'sarhoş olma hakkı' olarak görülebilir.
Ama ortada bir hakikat var: Manevî kanadın ihmal edildiği bir maddî 'uçuş' hedefine ulaşamıyor. Geşmiş yıllarda manevîyatı dışlayan 'ikinci Avrupa' anlayışı, bu yanlışın bedelini ağır bir şekilde; nesilleri kaybetmek olarak ödediği için son yıllarda attıkları adımlarla 'akıl için yol bir'e yaklaşıyor.
Zaman zaman ifade edildiği üzere Türkiye, artılarını ve eksilerini dünyaya anlatmakta başarılı olamıyor. Bunun bir sebebi de Türkiye'yi 'idare edenler'in; ülkemizde yaşanan pek çok hadiseyi hakkıyla bilememesi, tanıyamaması. Meselâ, bir 'turizm bakanı'nın, yaşadığı ülkeyi tanımadığını düşünün... Böyle bir yönetici, ülkesini başarılı bir şekilde dünyaya tanıtabilir mi? Aynı şeyi, diğer bütün görevliler için de tahayyül edebilirsiniz.
Ülkemizin de dünya nezdindeki tanınmışlığı ve itibarı maalesef arzu edilen seviyede değildir. Bunun onlarca sebebi olabilir, ama en büyük yanlışlık; yöneticilerimizin tatillerini 'değerlendirmek' için ekseriyetle 'yurt dışı'nı tercih etmesindedir.
1995 yılından beri İstanbul'da yaşayan ve aslen Amerikalı olan bir 'yazar'ın değerlendirmeleri bu gerçeği bir defa daha hatırlatmış oldu.
Aynı zamanda İTÜ'de ders veren Mark Petrovich, "Türkiye'ye ilk geldiğinde hissettikleri"ni şöyle özetlemiş: "1995'te geldim. Geceydi. Uçaktan indim, taksiye bindim, Bakırköy'e gittim. Sabah oldu. Dışarı çıktım. Bir de baktım her yerde bankalar, Burger King'ler, BP filan... Amerika gibi! Çok şaşırdım. Dedim 'Bu ne lan?!'"
"Neden şaşırdınız?" sorusunun cevabı da şöyle olmuş: "Ben kahvehaneler var; çarık giyen, şalvarlı adamlar nargile içiyorlar buralarda zannediyordum." (Star, Pazar eki, 13 Ocak 2007)
Bir Amerikalının, Türkiye'ye geldiğinde gördüğü 'tabelâ'lardan Amerika'da olduğunu sanması sarsıcı ve bir o kadar da doğru bir tesbit değil mi? Aynı şekilde 'köy'den gelen bir kişi de Amerika'ya gittiğini düşünebilir. Çünkü her yer 'kültür istilâsı'nı gösteren tabelâlarla dolu vaziyette.
Bir 'yabancı'nın, "(Türkiye'de) Bütün kıyı şehirlerini gezdim. Karadeniz, Ege, Akdeniz'i dolaştım. Doğu'yu da dolaştım" demesi de Türkiye'yi idare edenlere örnek olmalı. Tabiî bir ölçüde bize de. Şehirleri gezmek elbette maddî imkânlarla da alâkalıdır, ama önce ilgi ve merak olmalı.
Amerikalı Mark Petrovich'in "Amerika'ya dönmeyi düşünüyor musunuz?" sorusuna verdiği cevap yüreğimize su serpebilir: "Immm, hayır."
Ah, bir de 'sade vatandaş'ın memnun olabileceği şartları temin edebilsek... Hak ve hürriyetleri kâmil mânâda tesis edebilsek...
21.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|