Büyük Fransız İhtilâlinden (1789) dört yıl sonra, Kral 16. Lui giyotinle idam edildi.
İhtilâlin ardından, kraliyetin yetkileri büyük ölçüde kısıtlanmış, tırpanlanmıştı.
Kral, bu durumdan elbetteki memnun değildi. Kilise yönetiminde de aynı hoşnutsuzluk vardı.
Fakat, adı üstünde "ihtilâl"dir bu; fırsat bulduğunda, kendi çocuğunu bile öldürüp yemekten çekinmez.
Nitekim, öyle oldu. Daha önce ihtilâl yanlısı ve hürriyet sevdalısı olan Madam Roland ile "Kadın Bildirgesi"ni kaleme alan Olympe de Gouges de aynı âkıbete uğramaktan kurtulamadı. Kral'dan sonra, bu iki hürriyet kadını da giyotinden geçirilerek idam edildiler.
Madam Roland, giyotine doğru giderken, son söz olarak şunu söyledi: "Ey hürriyet! Senin adına ne cinayetler işleniyor."
* * *
Gizli işler çevirmekle suçlanan ve "vatana ihanet" cezasıyla idama sevk edilen Kral Lui'nin son sözlerinin de, şu şekilde olduğu rivayet ediliyor: "Ben masum olarak gidiyorum. Dökülecek kanların Fransa'ya yeni musibetler getirmemesini dilerim."
Kral'ın idamından aylar sonra, yani aynı yılın 16 Ekim'inde aslında bir Avusturya prensesi olan karısı Kraliçe Marie Antoinette de, yine aynı yöntemle idam edildi.
Bu da, haliyle iki ülke arasında ciddî bir rahatsızlığa sebebiyet verdi.
* * *
İdam edilen Kral'ın, yeni yönetimi rahatsız edecek ölçüde bazı hata ve günahlarının olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak, o yine de bir vatan haini değildi. Dolayısıyla, onu idama götüren sebepler bahaneydi.
Asıl sebep, yeni yönetim şeklinin ortak kabul etmemesi, bütün yetkinin kendisinde olmasını istemesiydi.
Bu realite, hemen bütün iktidarlarda vardır. Hiçbiri, elindeki yetkileri başkasıyla, yani başka türlü yönetim anlayış ve alışkanlıklarıyla paylaşmak istemez.
Dahası, yeni rejimler, eskisini daima kendisi için tehlike, hatta tehdit gibi görür.
Bu sebeple, eskiye karşı olmadık suçlamalar yöneltilir. Tâ ki, büsbütün tehlike olmaktan çıksın.
* * *
Nitekim, bizde de buna benzer bir durum yaşandı. Cumhuriyet'in kurulmasından hemen sonra, bir Osmanlı düşmanlığı furyası başlatıldı ki, sadece Türkiye halkı değil, insanlık âlemi dahi hayretler içinde kaldı.
Oysa, bunun yapılması, yani geçmişin karalanması yerine, yeni rejim kendi iyiliklerini anlatsa, güzelliklerini göstererek kendini halka benimsetse, çok daha insanî olur.
Fakat, ne yazık ki, yeni gelen pekçok iktidar zümresi, sıkıştığı anda geçmiş iktidarları karalamaktan kurtaramıyor kendini.
Bu bir içtimaî hastalıktır ki, halen de bundan kurtulabilmiş değiliz.
* * *
İhtilâl'in mantığıdır bu: Fikren galebe edemediği, yahut zaafa düştüğünü anladığı anda, kuvvete, şiddete müracaat etmekten çekinmez.
İhtilâlciler, geçmişte giyotinli, darağaçlı idam yöntemlerini kullanmışlar. Bununla muhaliflerine gözdağı vermişler. Onları ürkütmeye, yıldırmaya, susturmaya çalışmışlar.
İdamın zor olacağını, yahut faydasız olacağını anladıktan sonra ise, bu kez muhtıra silâhına yöneldiklerini görüyoruz.
Haliyle, bu da bir süreçtir. Zaman içinde şekil ve taktik değiştiriyor.
Ancak, bugünkü dünyanın geldiği noktada, artık darbelere hiç tahammül edilmediği gibi, muhtıralara da sıcak bakılmıyor.
Dünya genelinde, hürriyete susamışlık ve demokrasiye bir iştiyak var.
Genel gidişat bu yönde seyrediyor. Geçici arızalar olsa bile, insanlık gerçek hürriyet ve tam demokrasinin tadına varmak, erdemine vasıl olmak istiyor.
Fransa'da, güya hürriyet uğruna darbe yapılmıştı. Ancak, adâletten saptığı için, diğer Avrupa ülkeleriyle birlikte kapitalizme ve sömürgeciliğe yöneldi. Başka milletleri esir ve köle gibi görmeye başladı. Servetlerini asırlarca gasp ve yağma etti. Çirkin yüzünü dünyaya gösterdi.
Bizdeki darbelerde ise, öylesine kanlı zalimlikler sergilendi ki, aradan beş sene bile geçmeden, vaktiyle alkışlayanlar bile onlara lânet okumaya başladı.
Zulme uğrayanlara ise, rahmet okunmaya devam ediyor.
21.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|