Enflasyon oranıyla ilgili olarak açıklanan resmî rakamların, yaşanan hayatın gerçeğini yansıtmadığı artık gün gibi aşikâr.
Bakınız, kurulduğu günden beri iktidar partisini destekleyen, hatalarını "habbe", iyi taraflarını ise "kubbe" şeklinde yansıtan büyük tırajlı bir gazete, genel ekonomik gidişatın değerlendirildiği dünkü sayısındaki ilgili haberin içinde, aynen şu ifadeler kullanıldı:
1) "2002-2007 yılları arasında rekorlar kıran Türk ekonomisi, yaşanan gelişmelerden olumsuz etkilendi. Üst üste 4 yıldır yüzde 5'in üzerinde büyüyen ekonomi, özellikle 2007'nin üçüncü çeyreğinde yüzde 2 ile fren yaptı.
2) "Türkiye'nin yumuşak karnı olarak gösterilen cari açıktaki artışın da önüne geçilemedi.
3) "İhracatta 100 milyar sınırı geçilirken, enflasyon hedefi ise tutmadı.
4) "İşsizlik oranı yüzde 9 ile yerinde saydı.
5) "Turist sayısı artarken, turizmciler yine zarar etti.
6) "Konut faizi yüksek.
7) "Gıda fiyatında, kaygı veren artışlar oldu.
8) "Enflasyonu gıda ve konut fiyatları tetikledi.
* * *
İşin garip ve son derece tuhaf yanı nedir biliyor musunuz?
Yukarıdaki türden söz ve değerlendirmelerin, 2007 yılı içinde, yani zamanında hiç yapılmamış olması. Hiç hatırlatmada dahi bulunulmamış olması. Hatta, olabildiğince kamufle edilmeye çalışılması.
Hakikaten tuhaf, değil mi?
Peki, hayatı olumsuz etkileyen faktörler, özellikle ilgili zaman süreci bittikten sonra listelenmesi, acaba ne mânâya geliyor?
Bir mânâsı şudur: Ey millet! Çektiğiniz sıkıntılar artık geride kaldı. Bundan sonrası için içinizi ferah tutun. İktidar kanadı vaziyete hakimdir. Her şeyin en iyisini biliyor ve elinden geleni yapıyor. Göreceksiniz, ortalık güllük gülistanlık olacak.
Evet, iyimserlik havası yaymak, halka moral aşılamak hoştur, güzeldir.
Ancak, kendisini kandıracak ve hele hele başkasını yanıltacak, aldatacak derecedeki iyimserliğin iler-tutar bir tarafı yoktur.
Halkı enayi yerine koymak anlamındaki bu tarz bir neşriyatın gizli mânâsı ise, şöyle olsa gerektir: Ey millet! Sizin sıkıntınızı vaktinde fark ettiğimiz halde, bunu hakkıyla yansıtmadık, derdinize deva, hizlerinize tercüman olmadık gerçi; ama olsun, siz asıl bundan sonrasına bakın. Söz, bundan sonra sizin gözünüz, kulağınız olur, sıkıntılarınızı olduğu gibi yansıtmaya çalışırız. Bizi izlemeye, okumaya devam edin.
Fâhiş zamlar, yeni zamları tetikler
Vatandaşın hayatındaki enflasyon oranı, cebindeki paranın bereketiyle ölçülür.
Ama, itiraf edelim ki, paramızın beti-bereketi kalmadı.
Cüzdanımızdaki bir 50'lik, bir 100'lük (ki, en büyük YTL oluyor kendileri), bozulur bozulmaz nasıl eridiğini, nasıl uçup gittiğini anlayamıyoruz bile...
Yakıt fiyatlarının yıllardır yüksek, hatta rekor seviyede seyretmesi, bununla bağlantılı olan her mamulü, her unsuru, hareketi bir şekilde etkiliyor, dolayısıyla fiyat artışını tetikliyor.
Bir başka tetikçi ise, yine rekor seviyede uygulanmaya başlayan elektrik zammıdır.
Su ve doğalgaz zamları ise, adaletsiz şekilde uygulanmaya başlamıştı. Doğalgaz, dövize endeksli alındığı ve döviz fiyatları hiç artmadığı halde, yine de zamlandı, biliyorsunuz.
Su ise, ilâveten hiçbir yatırım ve masraf yapılmadığı halde, özellikle nüfusu kalabalık ve dar gelirli vatandaşın bütçesini sarsacak şekilde (% 134'e varacak kadar) zamlandı.
Temel gıda maddeleri olan et, yağ, peynirdeki artışlar, keza unlu mamullerdeki zamlar, zaten aylar öncesinden başlamıştı.
Korkulan odur ki, sırada yeni zamlar gelecek, yeni fiyat artışları yaşanacak.
Zira, devletin elindeki veya kontrolündeki kalemlerde, hakikaten tetikleyici mahiyette yeni zamlar yapıldı.
Hal bu merkezde iken, üstelik istihdamı artıracak, yatırımı teşvik edecek, işsizliği minimize edecek ciddi bir plan-program çalışması görünürde yok iken, kalkıp 2008 yılını toz bembe göstermek, hiç de doğru ve hakperestçe bir yaklaşım tarzı değil. Üstelik, vebâli de var bu işin.
Medya organları, iktidarın ne düşmanı, ne de meddahı olmalı. Hayatın gerçeğini olduğu gibi yansıtmaya çalışmalı.
Biz, mümkün olduğunca bunu yapmaya ve başkasını da öyle davranmaya dâvet ediyoruz.
Vatandaşın canını yakacak uygulamaları kasten göz ardı etmeye hiç kimsenin hakkı yok.
GÜNÜN TARİHİ 9 Ocak 1792
Kırım'da Rus hakimiyeti
1475'te Fatih Sultan Mehmed'in zamanında Osmanlı'ya özerk bir idare statüsüyle bağlanan Kırım Hanlığı, üç asırlık beraberlikten sonra Ruslar'ın baskısıyla ayrıldı ve çok kısa bir süre sonra Rusya'ya bağlandı.
Vaktiyle Kırım Hanlığıyla Osmanlı'nın varmış olduğu birlik antlaşmanın hülâsası şu şekilde ifade ediliyordu: "Kırım Hanı, Devlet-i Aliyye'nin dostuna dost, düşmanına düşman olacaktır."
Gayet sade ve bir o kadar da muhkem olan bu antlaşma, en büyük sarsıntıyı 1774'te Ruslarla yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile yaşadı.
O tarihte Osmanlı himayesinden çıkan Kırım Hanlığı, aylar süren Osmanlı-Rus savaşı ve yaklaşık iki buçuk ay süren çetin müzakerelerden sonra, 9 Ocak 1792'de nihai bir antlaşmaya varıldı. İki ülke arasındaki bu mutabakata "Yaş Barış Antlaşması" ismi verildi.
İşte, bu talihsiz antlaşmadan sonra Kırım bütünüyle Rusya'nın hakimiyeti altına girdi.
Ancak, bu duruma tahammül edemeyen Müslüman Türk nüfus çok büyük bir kısmı Kırım'ı terk ederek, ağırlıklı Türkiye olmak üzere başka ülkelere göçtü.
Ruslar'ın buradaki Müslüman nüfusa uyguladığı aşırı baskı ve şiddet politikaları sebebiyle, elli sene sonra yeni bir Kırım Savaşı yaşandı.
Osmanlı'ya malî açıdan da ağır bir yük getiren bu savaştan sonra, devlet bir daha belini doğrultamadı ve yapılan hemen hiçbir savaşı kazanamadı.
Kırım coğrafyası
Bugün Ukrayna'ya bağlı yine özerk bir cumhuriyet olan Kırım, Karadeniz'in kuzeyinde Azak Denizi'nin güneyinde bir yarımadadır.
Kırım, Kerç yarımadası ile Doğuya doğru uzanırken, stepler ve hafif engebelerle de Kuzeye doğru uzanarak, rakımı 1500 metreye kadar yükselen harikulâde bir coğrafyayı şekillendirir.
Ayrıca, stratejik önemi yanı sıra, tarım, hayvancılık ve maden yatakları yönünden de zengin bir potansiyele sahiptir, Kırım Yarımadası.
09.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|