Ankara tam bir gündem karmaşası içinde. Üzerinden altı ay geçmiş olmasına rağmen, seçimlerden bu yana iktidarın hâlâ önceliklerini belirleyememesi gündem dağınıklığını ortaya koyuyor.
Yeni anayasa tartışmaları sarpa sardı. İktidar partisi yöneticilerinin, kurdukları "akademik kurul"dan çıkan taslağa son şeklini verip parti ve hükümet olarak "sahip çıkacakları" açıklamalarının üzerinden aylar geçti.
Sonunda Başbakan çıkıp, "Bizim böyle bir taslağımız yoktur" diye kesip attı. Zaten Başbakan Yardımcısı Çiçek, daha önce "din dersi" ve "türban" tartışmalarına indirgenen yeni anayasayı rafa kaldırdıklarını, sivil toplum kuruluşlarına havale ettiklerini açıkça duyurmuştu.
Şimdi kamuoyu yeni anayasa çalışmalarının akıbetini merak ediyor; lâkin ortaya Meclis Başkanının bazı "ümitlendirici" demeçlerinin ötesinde gözle görülür bir gelişme yok.
Diğer yandan Türkiye'nin bizzat Başbakan ve Başmüzakereci Dışişleri Bakanının itirafıyla 2007'de Avrupa Birliği "uyum yasaları"nda yaya kaldığı belirtiliyor. 32 başlıktan pek önemli olmayan ve AB müktesebatını kapsamayan rutin altı başlık müzâkereye açılmış. Asıl AB standartlarını ihtiva eden "tarım" ve "çevre" gibi önemli başlıklar açılmış değil. Oysa Hırvatistan daha şimdiden 14 başlığı müzakereye açmış.
Keza yargı reformundan siyasetin demokratikleşmesine, eğitimin demokratikleşmesinden ifâde özgürlüğüne kadar bir çok konuda Türkiye âdeta kitlenmiş. İleri adım atması bir yana, geri adım attığı "ilerleme raporları"yla tescil ediliyor.
* * *
Türkiye'nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki bilançosu kabarık. Geçen yıl da Türkiye, insan hakları ihlâllerinde hakkında en fazla şikâyet edilen ülkelerin başında geldi. Daha düne kadar demirperde ülkesi olan Rusya ve Romanya'dan sonra 9 bin 900 başvuru ile üçüncü sırada yer aldı.
Böylesine kırılgan bir ortamda, ne yazık ki, eskinin 159. maddesinin yerine ikame edilen salt 301. maddeye hasredilen ifâde özgürlüğünde bir mesâfe alınmış değil. Hatta hukuk çevreleri bu haliyle maddenin daha da gerilediğinden yakınıyorlar. 312. maddenin getirdiği kayıt ve kısıtlamaları kapsayan düşünceyi ifâde özgürlüğüne dair maddeler ise aynen duruyor.
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, bu hafta içinde Meclis'e sunacakları maddeyle ilgili hazırlıkların sonuçlandığını söylüyor. Hükümetin değişiklik teklifinde, "Türklük" yerine "Türk milleti" konularak ifâdenin sınırları kısmen de olsa genişletilmiş; ancak hangi anlama geldiği belli olmayan ve her tarafa çekilebilecek "aşağılamak" kelimesi kalıyor.
Herkes biliyor ki demokratik toplumlarda özellikle ceza yasaları belirgin olan ve kesin anlamlara gelen kelimelerle yazılır. Hükümetin, "hakaret" kelimesi yerine hâlâ "aşağılamak" kelimesinde diretmesi, maddeyi daha baştan özürlü duruma düşürüyor.
Hazır olduğunu söylediği madde taslağı hakkında bu aşamada fazla bilgi veremeyeceğini bildiren Şahin'in, "301. madde ile ilgili suçlarda Adalet Bakanının izni konusunda bir hüküm olup olmayacağı" sorusuna, "Bulunabileceğini düşünüyorum, ama henüz kesinleşmedi" şeklindeki tereddütlü cevabı, hükümetin ifâde özgürlüğündeki irâde zafiyetini ele veriyor.
Anlaşılan uzun zamandır kamuoyunu oyalayan bu değişiklik de gözboyamadan ibâret. Daha önce sırf zevâhiri kurtarmak hesabına yapılan düzenlemelerle AB yolunda muğlak ve belirsiz kavramlarla muallel bırakılan "yeni TCK", yine bu tür yetersiz ve belirsiz değişikliklerle sakat kalacak.
Zira asıl ifâde özgürlüğünü "suç" sayıp cezalandıran maddelere dokunulmuyor. Sırf düşünceleri ifâde eden yazarlar yine yargılanacak; inancı gereği depreme "Allah'ın takdiri" ve "İlâhî ikaz" deyip mânevî boyutunu izâh edenlerin cezâlandırılmasına devam edilecek.
* * *
Bayramdan önce terörle mücadelede ve terör örgütünün tamamen tasfiyesi amacıyla siyasî iktidarca ortaya atılan "etkin pişmanlığı" düzenleyen TCK'nin 221. maddesindeki çark da açık bir biçimde sırıtmakta.
Başbakan, "genel af" söylentilerine karşı, sözkonusu 221. maddenin esnetilebileceğini ve bununla teröre bulaşmayan örgüte kapılmış gençlerin eve dönüşünün sağlanabileceğini defalarca söyledi. Başbakan dahil, "düz ovada siyaset" tezini farklı noktalara çekip dudak bükenler, "Gel ananın - babanın yanına dön!" çağrısını yaptılar.
Fakat Adalet Bakanı, önceki gün bundan da dönüldüğünü bildirdi. "Böyle bir çalışmayı yapacaksa Adalet Bakanlığı yapar; böyle bir çalışmamız kesinlikle yok" dedi.
Belli ki hükümetin, demokratikleşme ve özgürlüklerin genişletilmesinde kararlı bir irâdesi yok. Belirgin ve ciddî bir gündemi de yok; kırılganlık ve gündem dağılması içinde yalpalıyor..
Günübirlik olayların etkisiyle, dıştan dayatmalarla söz verdiği en iddialı söylemlerinden bile vazgeçiyor. Önce âlâ-yı vâlâ ile "iddia" ediyor; peşinden usul usul yan çizip cayıyor. Dahası peşpeşe geri adım atıyor.
Olan Türkiye'ye, demokrasiye ve özgürlüklere oluyor.
09.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|