2007'de en büyük kayıp, şüphesiz inanç ve ifâde özgürlüğü ile demokratik hakların geliştirilememesi oldu.
Ankara'nın temel hak ve hürriyetlerin temini ve siyasetin demokratikleşmesinde geri kaldığı, siyasî iktidarca açıkça itiraf edilmekte.
Bilindiği gibi 28 Şubat postmodern darbenin siyasî aktörü Anasol hükümetlerin kalma kırılganlıkla, demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetler adına çıkarılan Avrupa Birliği uyum yasaları budana budana kuşa çevrilmişti.
Ne yazık ki, 2007'de de Türkiye'nin AB müktesebatını üstlenmesine ilişkin taahhütlerine rağmen, düşünce ve ifâde hürriyeti önündeki engeller kaldırılmadı.
Türk Ceza Kanununun 501 maddesinden 275 maddesi elden geçirildi. Fakat "Kopenhag siyasî kriterleri"nin en başında yer alan "düşünce ve ifâde özgürlüğü"nü kısıtlayan 312. ve 159. maddeler, defalarca değiştirilmesine rağmen, ifâde özgürlüğünü kısıtlamaktan bir türlü kurtulunamadı.
* * *
AB uyum yasaları çerçevesinde birçok "reform paketi" çıkarıldı; lâkin bilhassa düşünceyi ifâdeyi suç sayan maddelerde bir nevi makyajla kalındı; ifâdenin soruşturma ve ceza konusu olmasına devam edildi.
Bu yüzden hâlen sözkonusu yasakların yerine ikame edilen maddelerden dolayı onlarca gazeteci ve yazar yargılanıyor. Kur'ân'ın eski peygamberlerin kavimlerinin başına gelen felâket ve helâketler hakkındaki âyetlerin tefsirine ve Peygamberimizin hadislerine göre depreme "İlâhî ikaz" diyen yazılar ve beyânlar ceza alıyor.
Kısacası, son beş yılda Meclis'te Anayasayı değiştirecek güçte olan siyasî iktidar, ülkeyi bir "düşünce hapishanesi" haline getiren maddeleri yeterince düzeltme irâdesini gösterememekte. Türkiye'de inanç ve ifâde mağduriyeti devam etmekte.
Siyasî iktidar, ancak yılın son ayında meseleye eğilmekten bahsetti, yeni yılda yeni anayasa ile birlikte bu hususu Meclis'in gündemine alacağını belirtti. Ancak AB demokratik standartlarının ve ifâde özgürlüğünün salt 301. maddeye hasredilmesi, MGK ve bazı mahfillerde buna dahi dokunulmaması "tavsiyesi", daha baştan bunun da gözboyamadan ibâret kalacağı intibâını verdirmekte.
Keza siyasî kriterlerin başında yer alan yargı reformuna da son bir yılda el atılmadı.
Bu minvalde, AB'nin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve insan hakları ve hürriyetlerini esas alan AİHM'in dinî bir vecîbe olan başörtüsüne dair yanlışı tâdil edilmedi; temel insan haklarının başında gelen inancını yaşama hakkının temininde bir mesâfe alınamadı.
Buna bağlı olarak, eğitimin demokratikleşmesinde gerekli uyum ve uygulama sağlanamadı. Bir insan hakkı ihlâli ve eğitim hakkı engellemesi olarak tepeden dayatılan yasadışı "başörtüsü yasağı" sorunu daha da azdı.
Oysa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) dokuzuncu maddesi, "Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, açık veya özel biçimde ibadet, öğretim, uygulama ve tören yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini ve inancını açıklama özgürlüğünü ihtiva eder" ibâresiyle ibadet ve eğitim hakkını birlikte güvence altına alır.
Yine AİHS Ek Protokolü ikinci maddesinde, "hiç kimsenin eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağını" belirtir. "Devletin, vatandaşların dinî ve felsefî inançlarına uygun tarzda eğitim ve öğretimin verilmesini isteme hakkına saygıyı" hükme bağlar.
Ne var ki, bu teminat ve şartlara uygun özgürlükler genişletilmedi, yasal düzenlemeler yapılmadı.
* * *
Bunların yanısıra, "AB siyasî kriterleri"nin başında vaad edilen siyasetin demokratikleşmesi, bir türlü raftan indirilmedi. Bir genel seçimi daha yapıldı; millet, önseçimsiz, tamamen genel başkan ve genel merkezlerinin tensip ettiği listeleri onaylama durumunda bırakıldı.
Siyasî partiler ve seçim kanununda gerekli köklü değişikliklere gidilmedi. Partilerde liderler sultası devam etti; yargı denetiminde üyelerin teşkili, hâkim nezâretinde önseçimle aday listelerin oluşturulması ve "tercih sistemi" Meclis'in gündemine bile getirilmedi.
Bu arada garâbetlere yenileri eklendi. Son birkaç yıldır Başbakan ve Meclis Başkanı, Noel kutlamasıyla birlikte Menemen olayını andılar; demeçlerinde "irtica ile mücadele"den dem vurdular, "Kubilay"ı "irticaa karşı çarpışan bir kahraman" ilân ettiler. Geçen yıl buna Yahudilerin Hanuka Bayramı da ilâve edildi. Eski köye yeni âdet geldi; Başbakan ve yeni Cumhurbaşkanı, 2007'de de Menemen'i anıp Hanuka ve Noel'i kutladılar.
Neticede mesele kutlamalarla kaldı; yapısal reformlar rafa kaldırıldı, demokratikleşme ve özgürlükler askıya alındı.
Siyasî iktidar, AB müzâkere sürecindeki sırasını beklemeden, eğitimin demokratikleşmesinden siyasetin demokratikleşmesine, din eğitimi ve öğretiminden ifâde özgürlüğüne, erteleyip ötelediği temel hak ve özgürlükleri savsaklamadan Türkiye'nin gündemine almalı.
2008 demokratikleşme ve özgürlükler yılı olmalı.
03.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|