Baba mesleğini birçok alanda sürdürmek mümkün.
Bilhassa san'atkârlıkta...
Siyaset de bir çeşit san'atkârlık (yönetim san'atı) olmasından, aynı ölçü bu meslek sahası için de geçerli.
Ancak, siyasette iş "baba mesleği"ni aşıp da "baba rolü"ne bürünmeye başladı mı, işin rengi değişir; hatta tam aksi mahiyetteki gelişmelere kapı aralanmış olur.
Bilhassa, cumhurî demokrasilerde...
Zira, demokratik cumhuriyet "akrabalık bağları"na değil, "liyakat esası"na dayalıdır. Liyakat ile kaim ve onunla daimdir.
Başka türlü imtiyaz, ayrıcalık, dayatma, yönlendirme, özendirme veya empoze etme çabaları, demokrasiyi zaafa uğratığı gibi, cumhuriyeti de bir başka mânâya tebdil ettirir.
Nitekim, ettirdiği de olmuş.
Meselâ, Türkiye'mizde bile saltanattan sonra demokrasinin "Kaf Dağı"nın ardına gönderildiği ve cumhuriyetin de "mutlak istibdat" mânâsında tatbik edildiği zamanlar olmuş. (Liyakatın özde değil, sözde olduğu 1923-50 yılları)
Hasılı, "cumhurî demokrasi"den maksat, hak ve hakikate dayalı olan hürriyetin, adâletin, liyakat ve intihap (seçim) esaslarının "olmazsa olmaz" şeklinde şart koşulması ve hayata hâkim kılınması demektir.
İşte, bu esaslı mekanizmanın ruh ve mânâ bütünlüğü içinde "babadan oğula geçen tarz-ı siyaset"in yeri yoktur ve olamaz.
Hele hele "evlâda baba rolü"nün biçilmesi ise, "demokratik cumhuriyet" mânâsının zıddına inkılâp ettirilmesi kadar yanlış, zararlı ve hatarlı (tehlikeli) bir işe girişmek olur.
Şimdi, bütün bu noktaların dikkate alınmadığı ve işin iç yüzündeki inceliklerin düşünülmedi durumlarda nelerin yaşandığına, nelerin olup bittiğine dair birkaç misâl verelim.
İsmet Paşa siyaseti
M. Kemal'in ölümünün hemen ertesi günü Meclis'in etrafını askerî birliklerle kuşatan Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, İsmet Paşayı "silâh zoruyla" cumhurbaşkanı seçtirdi.
Gerekçesi ise, liyakat falan değil; sadece ve sadece onun "Atatürk'ün en yakın silâh ve siyaset arkadaşı" olmasıydı. Oysa, M. Kemal bile son bir senedir M. İsmet'i defterden silmiş, hatta bir anlamda defterini dürmüştü. Ancak, M. Fevzi'nin kendisi de bütün bu işlere akıl-sır erdirecek liyatta birisi değildi. Her ne ise...
İsmet Paşa, ipleri ele geçirir geçirmez, ilk iş olarak kendisini Çankaya'ya taşıyanlardan biri olan Başbakan Celal Bayar'ı diskalifiye etti. Onun yerine, nisbeten daha liyakatsız durumdaki bendesi Refik Saydam'ı getirdi.
Aynı İsmet, bir süre sonra (1944) Fevzi Paşanın işini bitirdi, onu zorla emekliye sevk etti. Kendisi ise siyasete devam etti; tâ 1972'ye kadar...
İsmet Paşanın başında bulunduğu CHP, hiçbir seçimde halktan iktidar olacak kadar bir destek görmedi. Ne zaman ki, İnönü gitti, Ecevit geldi, partinin oyları da artmaya başladı. 1977 seçimlerinde ilk ve son kez yüzde 42'ye yükseldi.
Baba mesleği dopingi
1983'te yeni başlayan siyasî dönemde, İsmet Paşanın oğlu Erdal İnönü de sahaya sürüldü.
Gayet iyi hatırlıyorum, SODEP'in başına getirilmeye çalışılan Erdal İnönü ile ilgili Cumhuriyet gazetesinin manşeti şöyleydi: "İlim adamlığından, baba mesleğine"
İşte, emin olun ki tâ o zamanlar bile dedim ki "Bu işte bir yanlışlık var, bir sakatlık var..."
Erdal Bey, fizik profesörüydü. O meslekte başarılı olabilirdi. Ancak, aynı başarıyı siyasette sergilemesi zordu; hele "baba rolü"nü oynamasının ise, mümkinatı yoktu.
Nitekim, Erdal Bey on yıl kadar aktif şekilde rol aldığı siyaset arenasında hep "gel-gitler"i oynadı. Zaten, hanımı da siyasete girmesine taraftar değildi. Nihayet, 1995'te üstelik tam bir yılgınlık içinde siyaseti terk ederek, bu sahada "baba mesleği"nin sürdürülemez bir uğraş olduğunu da ispat etmiş oldu.
Erdal Bey, daha sonraları her ne kadar siyasete dönüş sinyalleri vermiş olsa da, aynı siyasî çevreden gördüğü şiddetli tepkiler, hatta tehdide varan reaksiyonlar karşısında geri adım atmak zorunda kaldı ve o defteri bir daha açılmamak üzere kapattı.
Menderes'in misyonu
Adnan Menderes, hiç tereddütsüz hem cesur bir "halk adamı", hem de başarılı bir "devlet adamı"ydı. Demokrat bir siyasetçiydi. Lider tabiatlıydı ve karizması yüksekti.
On yıl içinde ülkeye ve millete çok büyük, hatta emsâlsiz hizmetlerde bulundu. Kabiliyet ve cesareti itibariyle, ona emsâl teşkil edecek ikinci bir siyasetçi henüz sahaya çıkabilmiş değil.
Onu çekemeyen, siyasî başarısını kıskanan veya ondan korkan dahilî ve haricî "şer ittifak", onu bertaraf etmek için anlaştı. Onu katlettiler.
Menderes, demokrasi kahramanıydı; "demokrasi şehidi" oldu.
Menderes'ten sonra, aynı misyonun (DP) devamını Demirel yönetimindeki Adalet Partisinde görmek mümkün.
Menderes'in yakını/akrabası olmayan Demirel de, kendi çapında karizmatik bir "siyasî lider" olabildi. Partisini iktidara taşıdı ve 1965-71 yıllarında önemli başarılara imza attı.
Ancak, ne gariptir ki, tek başına iktidar olan Adalet Partisi, ilk büyük darbeyi yine eski karizmatik liderlerden Bayar ve Menderes'in siyasetteki çocuklarından yedi.
Celal Bayar'ın kızı Nilüfer Gürsoy ile Adnan Menderes'in oğulları Mutlu, Yüksel ve Aydın Beyin de içinde yer aldığı AP'li bir milletvekili grubu, 1970'te partiden ayrılarak Demokratik Partiyi kurdu.
DP'nin devamı olan AP, böylelikle bölünmüş oldu. Nitekim, aynı bölünmenin etkisi 1973 genel seçimlerinde de görüldü.
Ferruh Bozbeyli başkanlığındaki bu bölücü parti, 1973 seçimlerinde yüzde 12 oy oranı ile 45 milletvekilliği kazandı ki, bunun askerî muhtıraya mâruz kalmış olan AP'ye verdiği kayıp, dolayısıyla CHP'ye verdiği kazanç, yaklaşık 80 milletvekilliği olmuştur.
Bir sonraki yazıda, Menderes ve Butto ailesinin siyasetteki son 40-50 senelik dram yüklü serüvenlerine değinmeye çalışalım.
02.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|