Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin Kemal

Cumhuriyetin Kürt politikası iflâs etmiştir

K. Irak operasyonlarının PKK’yı psikolojik ve yönetimsel açıdan zorladığı, büyük darbeler vurduğu bir gerçek. Ancak bu darbenin daha önce de vurul-duğunu düşünürsek; silâhlı operasyonun kendi başına çok da birşey ifade etmediğini söylememiz yanlış ve yanıltıcı olmaya-caktır. “Öyleyse ne yapılmalı?” sorusunu bu günlerde Türkiye’nin düşünen beyinleri sormakta ve birçok fikir öne sürmektedir. Biz de Kürt sorununun bugünkü süreçteki izdüşüm-lerini ve K. Irak operasyonu bu konu-larda onlarca makaleleri olan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyelerinden Dr. Vahap Coşkun’a sorduk.

* K. Irak operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerek askerin, gerek medyanın ve gerekse muhalefetin tazyiki karşısında iktidar zor bir durumda kalmıştı. Fakat seçim sathı mailine girilen bir süreçte hükümet ısrarla operasyon yapmaktan imtina etti, ağırlığı diplomatik faaliyetlere verdi. Fakat tam bu noktada Dağlıca baskını devreye girdi. PKK’nın —son dönemlerdeki eylem tarzına aykırı bir şekilde— 200 kişilik bir grupla gerçekleştirdiği bu baskında çok sayıda askerin hayatını kaybetmesi ve 8 askerin de kaçırılması, kamuoyunu derin bir şekilde yaraladı. Ülkenin batısında insanlar ellerinde bayraklara sokaklara dökülüp hükümetin bir an önce sınır-ötesine bir harekât yapması için askere yetki vermesini istediler. Nihayetinde hükümet de bekleneni yaptı, tezkereyi Meclis’ten rekor bir oyla geçirdi ve Kasım ayının sonunda orduyu görevlendirip operasyonu gerçekleştirdi.

* Operasyon başarılı oldu mu?

Operasyonun psikolojik açıdan başarılı olduğunu söylemek mümkün. Zira operasyonla birlikte, Türk kamuoyunda yükselen öfkenin dindiği ve insanların –tabiri caizse– rahatladığı gözlemlenebiliyor. Bunun yanında, operasyonun kış şartlarının ağırlaştığı ve “artık operasyon yapılmaz” dendiği bir dönemde gerçekleşmesi de psikolojik açıdan önemli. Zira bu, artık ordunun PKK’ya karşı mücadelede zaman ve mekân koşullarıyla bağlı olmadığını göstermiş oldu. Daha önce kışları nispeten sakin geçiren PKK, bundan böyle kış aylarında da kendisine her an yönelinebileceğini gördü. Bunun yanında diplomatik yönden operasyon başarılıdır.

ABD, Irak hava sahasını Türkiye’ye açarak ve anlık istihbarat sağlayarak önemli rol oynadı. AB, operasyonu anlayışla karşıladı. Barzani operasyonu sert dille eleştirse de Irak merkezi hükümeti daha mutedil bir dil kullandı. Askerî açıdan operasyonun başarısını önümüzdeki günlerde verilere dayalı bilgi geldiğinde öğreneceğiz. Her ne kadar medyada, birtakım –ve çoğu da manipülatif nitelikli- bilgi kırıntılardan hareketle “bitirdik, ezdik, yok ettik” edebiyatı yapıyorsa da, bu edebiyata fazla itibar etmemek gerekir.

*Kürt Sorunu’nu bu tür operasyonlarla çözüme ulaştırmak mümkün müdür?

Şüphesiz bundan önceki 24 operasyonda PKK’ya bazı askerî, stratejik ve lojistik kayıplar verdirildi; ama bu kayıplar hiçbir zaman PKK’nın bitmesi anlamına gelmedi. Her askerî operasyondan sonra belli bir dönem sessizliğe çekildi, bu dönemde toparlandı ve akabinde eylemlerine yeniden başladı. Muhtemeldir ki, bu operasyondan sonra da benzer bir süreç işleyecek. Dolayısıyla askerî operasyonlarla ne Kürt sorununu, ne de bu sorunun bir neticesi olan PKK’yi bitirmenin imkânı vardır. Artık devlet birimleri, tecrübeyle sabit olan bu gerçeğin ayırdına varmalı ve hem Kürt sorunundaki algılama hatalarını gidermeli, hem de PKK ile mücadele tarzını ciddî bir özeleştiriden geçirerek yeni bir politikaya yönelmelidirler.

*Peki, bu yeni politikanın temel parametreleri ne olmalıdır?

Kürt sorunu, tarihi daha eskilere dayansa da, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri var olan ve gittikçe ağırlaşan bir sorun. Devlet ilk günden itibaren bu sorunu baskı ve yasaklamaya yaslanan güvenlik eksenli bir politika ile çözmeye çalıştı. Ne var ki bu güvenlikçi bakış sorunu çözmek bir tarafa her geçen gün sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Bugün baskıyla, inkârla, zorla, yasakla, sürgünle, vb. yöntemlerle Kürtleri “yola getirmenin” ve Kürt sorununu bir hal yoluna koyma imkânının bulunmadığı gün gibi açık olmalıdır; Cumhuriyet’in Kürt politikası iflâs etmiştir.

Bu noktada öncelikle kabul edilmesi gereken, bir sorunu doğuran ve kangrenleştiren bir zihniyetin, söz konusu sorunun çözümünde kullanılamayacağıdır. Bu, Kürt sorunu bağlamında şu şekilde de tercüme edilebilir: Güvenlik eksenli siyaset, Kürt sorununu daha da derinleştirdiği için, bu siyasete dayanarak Kürt sorununu çözmek mümkün değildir. Bu nedenle akılcı olan; Kürt sorununa temel teşkil eden siyasal, sosyal, ekonomik ve hukuksal talepleri, merkeze hak ve özgürlükleri alarak karşılamayı gaye edinen kapsamlı bir program ortaya koymaktır. Bugünün gerçekliğinde böylesi bir programın başlıca iki sorunu gidermeye odaklanması gerektiği söylenebilir: Bunlardan biri ‘ova’lardakilerin ‘dağ’a çıkmasına mani olmaktır, diğeri ise dağdakilerin ovaya inmesini sağlamaktır.

*Dağa çıkmaları önlemek için ne yapılmalıdır?

Yapılması icap eden, özü itibariyle son derece basittir: Dağa çıkma gerekçelerini ortadan kaldırmak ve dağı herhangi bir mücadele için cazip bir mekân olmaktan çıkarmak. Bunun için politik, ekonomik ve hukukî planda yapılması gereken bazı ödevler var. Bir kere iç politikada hükümet, demokratikleşme sürecinin derinleşmesi için hızlı ve kalıcı adımlar atmalı, hak ve özgürlüklerin çıtasını yükseltmelidir. Öylesine bir demokratik ortam oluşturulmalıdır ki hiç kimse, amacı ne olursa olsun bu amacını gerçekleştirmek için gayri-meşrû yollara meyletmesin. Bu tür bir özgürlük ortamı, hem genelde Türkiye’deki sistemin daha iyi işlemesine yarar, hem de özelde Kürtlerin sisteme gönüllü bir şekilde entegre olmasına katkıda bulunur. Keza dış politikada tüm devlet sorumluları, Irak Kürtlerini aşağılayan bir dil kullanmaktan behemehal vazgeçmelidirler. Barzani ve Talabani söz konusu olduğunda onlara hakaret etmeyi bir marifet sayanlar bilmelidirler ki, başkalarını rencide bir dil her şeyden önce kullananı küçültür; ama daha önemlisi Kürtlerin önemlice bir bölümünde son derece ciddî bir rahatsızlık ortaya çıkarır.

Bunun yerine Irak Kütleriyle işbirliğine gitmek ve onlarla ortak hareket etmek, hem daha medenî olacaktır, hem de sorun çözücü bir işlev görecektir. Ekonomik planda, bölgede Türkiye ortalamasının üstünde seyreden işsizliği ve yoksulluğu azaltmak için ekonomiye dinamizm kazandıracak –kademeli teşvik sistemi gibi- önlemler alınmalıdır.

Sosyal planda ilkin koruculuk sistemi kaldırılmalıdır. Zira bu sistem, bir taraftan bölge insanlarının devletin yandaşı ve devlet karşıtı şeklinde sınıflandırılmasına neden olmakta, diğer taraftan ise silâhı ve devlet gücünü arkasına alan korucuların hukuk-dışı işlere bulaşmasına neden olmaktadır. Ayrıca köyleri yakılıp yıkılan ve zorla göçe tabi tutulanların mağduriyetlerinin giderilmesi için gerekli koşulların sağlanması da bu bağlamda zikredilmesi gereken diğer bir husustur. Hukukî planda ise, yapılacak demokratik bir anayasada anayasal vatandaşlık anlayışı benimsenmeli, anadilde eğitim hakkı tanınmalı ve katı merkeziyetçi yapı kırılıp yerel yönetimlere ağırlık verilmelidir.

*Ya dağdan iniş nasıl gerçekleşecek?

Talabani’nin, Yasemin Çongar’a verdiği röportajda belirttiği gibi PKK dağdan inmeye meyyalse bu fısat tepilmemelidir. Dağdan inme/indirme mevzuunda üç noktaya dikkat edilmesi gerektiği kanaatindeyim: Birincisi, her şeyden önce geçen dönemlerde çıkartılan “pişmanlık yasaları” ve hali hazırdaki TCK 221 benzeri düzenlemelerle arzu edilen mahiyette bir dağdan inmenin gerçekleşmeyeceğini bilmek gerekir. Hatada ısrar etmenin mânâsı yok.

İkincisi dağdan indirmeye odaklanan bir düzenlemede, “pişmanlık” gibi, “af” gibi sembolik değerleri yüksek kavramlara müracaat etmemek daha doğru olur. Eğer amaç üzüm yemekse, yani dağdan inmeye niyetli kimseleri dağdan indirip normal hayata kazandırmaksa, yapılması gereken bunlara onurunu zedeleyecek ifadelerden kaçınmak, aksine onlara onurlu bir çıkış yolu göstermektir.

Üçüncüsü, sorun salt silâhlı insanları dağdan indirip silâhsızlandırmak değildir; aynı zamanda düze inen insanları rehabilite etmek ve onları siyasal alana kanalize etmek de gerekir. Dolayısıyla Mithat Sancar’ın belirttiği gibi, silâhsızlandırma programına bir siyasallaşma programı da eşlik etmelidir. Kürt meselesinin ve PKK’nın siyasallaşmasından korkmaya gerek yok; siyasallaşmaya dönük her çaba çözüme bir adım daha yaklaşılmasını sağlar.

*Belirttiğiniz kapsamlı program Türkiye’de geniş çaplı bir özgürleşme hareketini zorunlu kılıyor. Ancak Türkiye’de halkın çoğunda özgürlüklerin ülkeyi böleceği endişesi var. Buna katılıyor musunuz?

Özgürlük korkusunun yerleştiği halk kesiminin çoğunluğu oluşturup oluşturmadığı konusunda emin değilim. Zira eğer seçimler önemli bir veri ise, son seçimlerde halkın çoğunluğu özgürlük korkusu yayanlara değil, aksine sorunların özgürlükçü bir siyaset içerisinde çözüleceğini dillendirenlere oy verdi.

Ama yine de, halkın çoğunluğunda değilse de bile önemli bir kısmına özgürlük korkusunun nüfuz ettiğini kabul ediyorum; fakat bu korkuya hak vermiyorum. Meselâ 1990’lı yılların ikinci yarısına kadar Newroz kutlamaları yasaklanır ve ciddî bir gerileme sahip olurdu; ama daha sonra bu kutlamalara yönelik fiili yasaklamalar ortadan kalktı, bırakın ülkenin bölünmesini ülke bir gerilim konusundan kurtulduğu için rahata erdi.

Dolayısıyla sadece Kürt sorununda değil diğer konularda da (meselâ başörtüsü sorunu) özgürlük karşıtlığını bir kenara bırakmalı, korkuların beyinlerimizi ve vicdanlarımızı iğfal etmesine izin vermemeliyiz.

*Türkiye’nin çeşitli yerlerinde arabalar yakılıyor. Bu PKK’nın şehir eylemlerine başlayacağını mı gösteriyor?

Çok şükür bu kundaklamalar çok sınırlı bir alanda yapılıyor. Önce İstanbul’da başladı, daha sonra Adana ve Hakkari’de görüldü. PKK’ya yakın kaynaklardan anlaşıldığına göre bu kundaklamaları PKK’nın gençlik yapılanması olan “Komalen Ciwan” gerçekleştiriyor. Esin kaynağı Fransa banliyöleri olan bu eylemlerde amaç, toplumsal hayatı cehenneme çevirip sıradan insanların günlük yaşamına korkuyu hakim kılmak. Yine örgüte yakın kaynaklara bakıldığında, PKK’nın tüm sempatizanlarına sınır-ötesi operasyonlara tepki koyması çağrısı yaptığını görmek mümkün. Tüm bunlar, önümüzdeki günlerde şehirlerin bazı eylemlere sahne olacağına delâlet ediyor.

* Bu tür kundaklama olayları halkları karşı karşıya getirir mi?

Hayır, sanmıyorum. Bir kere bu eylemleri, yapanların dışında tasvip eden yok gibi. Kürtler de bu eylemlerden son derece rahatsız. Ben, Kürtler ve Türklerin birlikte yaşama iradelerinin bu tür eylemlerle sarsılacağı kanaatinde değilim. Bu ülkede yaklaşık kırk bin insan hayatını kaybetti, neredeyse her evin ocağına ateş düştü ama bu büyük ve yoğun acı bile çok şükür Kürtleri ve Türkleri karşı karşıya getirmedi. Ortak bir dini paylaşmanın, uzun bir tarihi paylaşmanın, göçlerin ve kız alıp-vermelerle birbirinin içine girmenin ortaya çıkardığı bu ortak yaşama tecrübesiyle Kürtler ve Türkler, çok daha büyük sorunların üstesinden geldi, bunu da aşarlar.

Operasyon AKP’yi olumsuz etkiledi

* Kürt kamuoyunun operasyonlara tepkisi nedir?

Okuyup gözlemlediklerimden çıkardığım sonuca göre; Kürtler siyasî aidiyetlerinden bağımsız olarak operasyona karşılar, operasyonu tasvip etmiyorlar. DTP’lilerin operasyona muhalefeti açık zaten. Ama bunun yanında AKP’ye oy veren kitleler de genel olarak bu operasyonun yarar getirmeyeceğini düşünüyorlar, partilerin bu konudaki tavrını eleştiriyorlar. Özellikle parlamentodaki oylama esnasında tek bir AKP’li Kürt milletvekilinin operasyona karşı oy kullanmaması, oylama öncesinde sınır-ötesi operasyona açıkça “hayır” diyen milletvekillerinin oylamaya girip “evet” oy vermeleri ve bölgenin operasyona karşı olan tavrının temsilinin sadece DTP milletvekilleri tarafından yerine getirilmesi AKP’nin Kürt tabanında sıkıntı doğuran. Bu sıkıntıyı en iyi milletvekillerinin bölgeye yaptığı ziyaretlerde gözlemlendi. Milletvekilleri -her ne kadar tezkereye onay vermelerini tevil etmeye ve bu davranışlarına birtakım gerekçeler üretmeye çalıştılarsa da- halk arasına karıştıkları her noktada bu tavırları nedeniyle eleştirildiler.

Kürt kamuoyunda rahatsızlık doğuran bir diğer olgu ise, medyanın tavrıdır. Medyanın operasyonu abartılı bir dille sunması, PKK’lıların ölüm haberlerini sevinç nidaları eşliğinde sunması, Kürtlerin ezici bir çoğunluğunda Türk medyasına karşı bir şiddetli öfkenin doğmasına neden oluyor. Medya, kamuoyunun beklentilerine karşılık gelmek üzere böylesine coşkun bir dil kullanırken, çocuğu dağda olan, eli yüreğinde çocuğundan gelecek haberleri bekleyen Kürt ailelerinin nefretini kazanıyor. Medyanın bir an önce Güneydoğuda çocuğu dağda olan binlerce ailenin olduğunu hatırlaması lâzımdır.

Hasan Hüseyin Kemal

31.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (28.12.2007) - Risâle-i Nur, ders kitabı olacak

  (26.12.2007) - Resulullahsız Mevlânâ düşünülemez

  (25.12.2007) - Mekke’yi yaşamadan Medine’ye varamayız

  (24.12.2007) - SARKOZY ZİL TAKIP OYNAR

  (17.12.2007) - PKK bitince Kürt sorunu başlayacak

  (16.12.2007) - Doğru konuşmayı öğretiyoruz

  (10.12.2007) - Başörtülülere ayrımcılık yapılıyor

  (09.12.2007) - Yeni Asya’dan beklenen çalışma

  (03.12.2007) - ‘Bor’ gerçeği başbakandan saklanıyor

  (02.12.2007) - Atomdan alacağımız dersler var

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri