|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Hani bir ikindi vakti ona duruşu ayrı güzel, koşuşu ayrı güzel atlar sunulmuştu.
Sâd Sûresi: 31
|
31.12.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Nazardan Allah'a sığınınız. Çünkü nazar haktır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 564
|
31.12.2007
|
|
“Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ”
Bir zaman ihtiyarlığa ayak bastığımdan, gafleti idame ettiren sıhhat-i bedenim de bozulmuştu. İhtiyarlıkla hastalık müttefikan bana hücum etti. Başıma vura vura uykumu kaçırdılar. Çoluk çocuk, mal gibi beni dünya ile bağlayacak alâkalar da yoktu. Gençlik sersemliğiyle zayi ettiğim sermaye-i ömrümün meyvelerini, bütün günahlar, hatîatlar gördüm. Niyazi-i Mısrî gibi feryad eyleyerek dedim:
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.
O vakit gurbetteydim. Me’yûsâne bir hüzün ve nedametkârâne bir teessüf ve istimdatkârâne bir hasret hissettim.
Birden, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan imdada yetişti. Bana o kadar kuvvetli bir rica kapısını açtı ve öyle hakikî bir teselli ziyasını verdi ki, o vaziyetimin yüz derece fevkindeki ye’si dahi izale eder ve o karanlıkları dağıtabilirdi.
Evet, ey benim gibi dünya ile alâkaları kesilmeye başlayan ve dünya ile bağlanan ipleri kopmaya yüz tutan muhterem ihtiyar ve ihtiyareler! Bu dünyayı en mükemmel ve muntazam bir şehir, bir saray hükmünde halk eden bir Sâni-i Zülcelâl, mümkün müdür ki, o şehirde, o sarayda, en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın, görüşmesin? Madem bilerek bu sarayı yapmış ve irade ve ihtiyar ile tanzim ve tezyin etmiş; elbette nasıl ki yapan bilir, öyle de bilen konuşur. Madem bu sarayı, bu şehri bize güzel bir misafirhane ve ticaretgâh yapmış; elbette bize karşı münasebâtını ve bizden arzularını gösterecek bir defteri, bir kitabı bulunacaktır.
İşte o kudsî defterin en mükemmeli, kırk vecihle mucize ve her dakikada hiç olmazsa yüz milyonun dillerinde gezen, nur serpen ve herbir harfinde asgarî olarak on sevap ve on hasene ve bazen on bin ve bazen de—Leyle-i Kadir sırrıyla—bir harfine otuz bin hasene ve meyve-i Cennet ve nur-u berzah veren Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyandır. Bu makamda ona rekabet edecek, kâinatta hiçbir kitap yoktur ve hiçbir kimse gösteremez. Madem bu elimizdeki Kur’ân, semâvat ve arzın Hâlık-ı Zülcelâlinin rububiyet-i mutlakası noktasından ve azamet-i ulûhiyeti cihetinden ve ihata-i rahmeti cânibinden gelen kelâmıdır, fermanıdır, bir maden-i rahmetidir. Ona yapış; her derde bir deva, her zulmete bir ziya, her ye’se bir rica, içinde vardır.
İşte bu ebedî hazinenin anahtarı imandır ve teslimdir ve onu dinleyip kabul etmektir ve okumaktır.
Lem’alar, 26. Lem’a, 4. Rica
Lügatçe:
nakd-i ömür: Ömür sermayesi.
nâlân: İnleme.
dîde: Göz.
giryan: Teessürle ağlayan.
biryan: Yanıp kavrulan.
zulmet: Karanlık.
ziya: Işık.
ye’s: Ümitsizlik.
rica: Ümit.
|
31.12.2007
|
|
ESMA-İ HÜSNA
Sahib
Allah (c.c.), bütün varlıkların ve bütün âlemlerin Sahib’idir. Yerler, gökler, bütün varlıklar, bütün kâinat Allah’ındır. Her şeyin sahibi Odur. Kullarının en yakın ve en samîmî dostu Allah Teâlâdır. İlhamı, merhameti, şefkati, yardımı, inâyeti ve muhtelif nîmetleri vasıtasıyla her an kullarının imdadındadır. İbâdet, duâ ve niyaz yoluyla da kulları her an Kendisiyle bağlantı kurarlar. Gariplerin, kimsesizlerin, yetimlerin, fakirlerin, ümitsizlerin, her sığınanın ve herkesin sâhibi Cenâb-ı Allah’tır.
Sahib ism-i şerifi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği1 Cevşenü’l-Kebir’de vârittir.
Bedîüzzaman’a göre, dünya bir misâfirhânedir. İnsanlar da, dünyalar da aslında birer misâfirdirler. İnsan, dünyada az duracaktır. Vazifesi ise iyi bir misâfirlikten başka bir şey değildir. İnsan, kısa bir ömürde, ebedî hayata lâzım olacak şeyleri tedârik etmekle mükelleftir. Öyleyse en ehemmiyetli ve en elzem işleri öne almalı, lüzumsuz işlerle uğraşmamalı, dünya hayatını ebedî zannetmemelidir. İnsan, hak ve hakîkate önem vermeli, âhiret ve ebediyet hususunda hassas olmalı, Sahibine ibâdette kusur etmemelidir.2
Bediüzzaman Saîd Nursî, bu kâinatın Sânii ve Müdebbirinin ve bu memleketin Sultânı ve Mürebbîsinin ve bu sarayın Sahibi ve Bânisinin bir, tek, Vâhid ve Ehad olduğunu, misli, nazîri, vezîri, dengi, benzeri, yardımcısı, şerîki, zıddı, aczi ve kusuru aslâ bulunmadığını belirtir. Bedîüzzaman’a göre, intizam tam bir birlikle olur, tek bir düzenleyici ister, hâkimiyette münâkaşaya sebep olan şirki ve ortaklığı aslâ kaldırmaz. Şu halde, bu misafirhanenin Sânii ve Sahibi birdir, hem gayet Kerîm bir misâfirperverdir ki, güneş, ay, bulutlar, yağmur, toprak gibi yüksek ve büyük memurlarını zîhayat yolcularına hizmetkâr edip istirahatleri için çalıştırmaktadır.3 Dünyâ ve âhiret mülkünün Mâliki ve Sahibi, dünya öldükten sonra dünyayı daha güzel bir sûrette tâmir edecek, âhiretten bir menzil olarak yeniden ihyâ edecektir.4
Yalnız gıda ilminin bile, bir gıda deposu hükmündeki yeryüzünün sahibi olan Cenâb-ı Hakkı ilmiyle ve kudretiyle bildirdiğini, tanıttırdığını ve sevdirdiğini5 beyan eden Bediüzzaman, şu kâinatın Sahip ve Mutasarrıfının elbette bilerek yaptığını ve hikmetle tasarruf ettiğini, her tarafı görerek tedvîr ve terbiye ettiğini, her şeyde görünen hikmetleri, gayeleri ve fâideleri irâde ederek kâinatı tanzim ettiğini kaydeder.6 Bedîüzzaman, Sâhip ve Fâtır-ı Bâkî’nin isimlerinde bütün kâinatın güzelliklerinin kaynağı bulunduğunu, dünyada güzel şeyler geçici olsa da, isimler bâkî olduğundan keder ve üzüntüye aslâ mahâl olmadığını ehemmiyetle vurgular.7
(Risâle-i Nur’da Esmâ-i Hüsnâ)
Dipnotlar:
1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 257
2- Sözler, s. 241
3- Şuâlar, s. 149
4- Sözler, s. 492
5- A.g.e., s. 142
6- Mektûbat, s. 90
7- Şuâlar, s. 82
|
31.12.2007
|
|
|
|
Son Dakika Haberleri
|
|
|
|
|