Yaratılış var olmaya başlamaktır. Biz insanlar ruhlar âleminde vardık. Ama Rabbimiz bize insan libasını giydirerek yeni bir hayat için bu dünyaya gönderdi. Biz insanların atalarından önce nebatlar dünyanın her tarafında yaratılışın şarkısını terennüm etmekteydiler. Var olmaya başlayan her şey adeta bu dünyanın en yüce misafirini beklemeye başlamıştı.
Sayısız renklerdeki çiçekler ve yeşilin değişik tonları en güzel bir şekilde San'atkârı göstermeye başlamıştı bile. Onlar adeta hullelerle süslenmiş bu san'at eserlerini temâşâ edecek olanları beklemekteydiler. Yine bizlerden önce dünyaya yerleştirilen hayvanlar da yeni bir âlemde olmanın tadını çıkarmaya başlamışlardı. Onlar da hizmet edecekleri "eşref-i mahlûkat"ı karşılamanın ve görevlerini en iyi bir şekilde yapmanın heyecanını göstermeye başlamışlardı.
Her şey mükemmel bir nizam ve intizamı göstermekteydi. Henüz şerli beşerin bulaşık eli hiçbir güzelliği bozmamıştı. Ama beşersiz de yaratılış yarım kalacaktı. İnsanoğlu yaratılacak ve onun yaratılmasıyla kâinat yaratılış maksadına kavuşmuş olacaktı.
Yaratılış hikmeti insanın varlığını gerektiriyordu. İnsan bambaşka bir mahlûk olacaktı. O hem mükemmel bir şekilde yaratılacak ve yaşayışıyla Rabbine en güzel bir şekilde kulluk edebilecek, hem de isyanıyla en büyük zulmü irtikap edebilecekti. Zira karanlık olmazsa aydınlığın değerini anlamak zor olacaktı. Bu sebeple küfür ve isyan zulmü yaratılacaktı ki, insanda itaat ve kulluğun değeri anlaşılsın.
İnsanın eşref-i mahlûkat olarak değerini kazanması için makamı sabit olmayacaktı. En büyük yükselişler için bazı alçalışlar olsa da önemli değildi. Aranan maden elmastı. Ancak bazen kömür de kendini gösterecekti. Olsun, çünkü kömürü görmeye tahammül etmeseydik elmasa kavuşma imkânımız olmayacaktı.
Hâsılı bin bir çeşit mahlukatla doldurulan dünya âlemine dahil oluşumuz yepyeni bir dirilişti bizim için. Dirilişimizle hayat yepyeni bir mânâ kazanmaya başlamış, dünya sultanını ve mimarını bulmuştu. Bu diriliş safhası, Âdem (as) babamızla başladı ve hâlen devam etmektedir.
İnsanlık tohumları dünya tarlasına atılmaya başlanmıştı Hz. Âdem ile birlikte. Elbette bütün tohumlardan verim alınmayacaktı. Ancak filizlenen tohumlar kaybedilenleri telâfi etmek için yeterli olacaktı. Yaratılış tarlasından çok değerli meyveler alınacaktı şüphesiz. Görülebilen bazı aksaklıklara rağmen değerdi dünyanın imtihan salonu olarak yaratılması...
Asırların ufkunda Nebîler birer güneş gibi kâinatı aydınlatmaya başlamıştı. Bu güneşlere karşı çıkıp karanlıklara sığınanlar da olmuştur, ama insanlık onlar sebebiyle kaybetmemiş, kazanılanların yanında onların esamesi bile okunmaya değer görülmemiştir.
Kâinatı aydınlatan güneşlerin aydınlığıyla aylar, yıldızlar da parlamış, böylece insanlar insan olarak yaratılmanın zevkini almışlardır. Yaratılan mânevî güneşler, aylar, yıldızlar misafir olarak gönderildiğimiz dünyamızı ziyâlarıyla aydınlatmıştı. İman nuru yaratılışın mânâlarını perdeleyen karanlıklarını yok etmiş, İslâm âb-ı hayatı çorak gönüllere hayat vermişti. Böylece arz çiçeklerle süslenmiş, yeni canlılar berrak sularla büyümüş, toprak ana şefkatiyle sevdiklerini bağrına basmış, binbir san'at-ı İlâhiyenin ortaya çıkmasına menşe olmanın hazzını almıştı.
Yaratılanların şuur sahiplerince mânâlandırılması neticesinde akıllara durgunluk veren güzel manzaralarla yaratılanların âlemi şen şakrak olmuş, neşe her tarafı sarmaya başlamıştı. Neticede ölüler dirilmiş, karanlıklar aydınlanmış, üzüntüler yerini sevinçlere bırakmış, düşmanlıklar dostluklara inkılâp etmiştir. Derken yaratılış hedefine ulaşmış, iplerin kimin elinde, anahtarların kimin yanında olduğu şuur sahiplerince anlaşılmıştır.
Rahmet deryasının kudretli sahibi olan Rabb-i Rahîmi tanıyanların bu dünyadaki huzuru da yaratılışıda anlamakta ve en güzel bir şekilde ifade etmekte olacaktı. Yaratılışın en taze, en lezzetli meyvesi olan Hz. Muhammed'in (asm) nurunun aydınlığını görmek ve onunla aydınlanmak için yaratılışın mekânı ve zorlukların kaynağı olan dünyada ne kadar da sıkıntı çeksek yine az olacaktı...
21.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|