Mesele başörtüsü olunca esip gürleyen de çok oluyor.
Yeni YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın ilk sözü "Yasakları kaldıracağım" olmuştu. Aynı gün bazı rektörler cevap verdi. "Kaldırtmayııızzz!"
YÖK Başkanı ne dese rektörler anında bağırıyor: "Yaptırmayız, dokundurtmayız, elletmeyiz."
Ne denildiğine bakılmaksızın verilen cevaplar belli bir şartlanmışlığın, önyargının sonucu.
Tıpkı çocuklar gibi. Ebeveynlerin "Onu yapma, buna dokunma" ikazları çocukta ani refleks oluşturuyor. Belli bir yerden sonra uyarı ne olsa tepki tersi oluyor.
Gazeteci bir dostumuz da oğluna "yapma, etme" uyarılarında fazla bulununca bu sefer farklı bir kavram kullanır ve "jandarma" diye yüksek sesle bağırır. Oğlu da cevap verir: "jandarcam."
Sakın rektörlere de "jandarma" demeyin. Her an jandarabilirler.
Gölgesinden korkan İsrailli
İsrail Ankara Büyükelçisi Gabby Levy'nin Sağlık-İş ziyaretinde yaşanan polemik Mustafa Başoğlu'yla yaptığımız röportajda yer almıştı. O ziyarette misafirperverliği ile öne çıkmış bir millet olarak hiç de alışık olmadığımız bir ayrıntı daha yaşanır. Başoğlu misafirlerine ikramda bulunmak ister. Önce kutudaki çikolatalardan uzatır. Büyükelçi Levy ve yanındaki iki bayan ikramı geri çevirir.
Büyükelçi cebinden kâğıda sarılı bir çikolata çıkarır. "Bak benim çikolatam var, almıyorum teşekkür ederim" der.
Başoğlu bu duruma bozulur ve "Merak etme bak ben ev sahibi olarak bir tane yiyorum bunda zehir falan yok" karşılığını verir. Daha sonra çay servisi gelir. Büyükelçi, "içmiyoruz" diyerek çayı da geri çevirir.
Başoğlu'na sordum:
-Siz büyükelçinin cebinden çıkan çikolatadan yediniz mi?
-Hayır ikram etmedi. Zaten bir tane vardı.
-Büyükelçiye iade-i ziyarette bulunduğunuzda ikramlarını alacak mısınız?
-Alırım ya ne olacak. Adamlar beni zehirlerlerse millet daha çok kızar.
Senin sorunun neresini düzelteyim?
Soru sormak da maharet ister. Sırf iş olsun ya da gündem olsun veya zora sokma niyetiyle olsun sorulacak sorular sahibini ele veriyor. Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de benzer sorulara fıkra ile karşılık verdi:
Tarih dersinde bir öğrenci demiş: "Ben öğretmene öyle bir soru soracağım ki, öğretmen bana cevap veremez." Demiş ki: "Hocam, hangi padişahın kızının Kerbelâ'da köpekler tarafından yendiği iddia edildi?"
Hoca da cevaben: "Evlâdım, padişah değil peygamberdi, Kerbelâ değil Kenan'dı, kızı değil oğluydu, köpek değil kurt idi. Senin sorunun her tarafı yanlış, hangi tarafını düzelteyim?"
CHP'nin sermayesi
Milletvekillerinin rutin işlemlerinden biri de yazılı ve sözlü soru önergeleridir. Muhalefetin en çok başvurduğu mekanizmalardan biridir. Geçen hafta Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e soru yönelten isimler arasında CHP İstanbul Milletvekili Necla Arat da vardı.
Üç soru soran Arat'ın gündemi-tahmin edileceği gibi-yine başörtüsü ve laiklikti.
Arat'ın ilk sorusu New York Alfred Üniversitesi'nin İstanbul Yerleşkesi'ni açmasıyla ilgili. Arat, "türbanlı, peçeli, çarşaflı öğrencilerin öğrenim gördükleri, kadın öğretim üyelerinin de başları kapalı olarak ders verdiklerini" iddia ederek sordu: "laiklik ilkesine aykırı bu durum karşısında bakanlığınızca alınmış önlemler var mıdır?"
Diğeri Camiler Haftası ile ilgili. Arat, ilköğretim okulları ile lise ve dengi okul derslerinde "Camiler Haftasıyla ilgili anlatımlar yapılması; seminerler, münâzarâlar düzenlenmesi; ödevler verilmesi; imkânlar dahilinde camilere gezi programları düzenlenmesine ilişkin bir genelge yayınlamış mıdır?" diye sordu.
Üçüncüsü de aynı mantığın eseri. Arat, bir dekanın karma eğitimi eleştiren sözüne karşılık bakanlığın herhangi bir girişimde bulunup bulunmadığını merak etti.
Acaba başörtüsü ve laiklik tartışmaları bitse CHP neyi konuşacak, neyi soracak?
Yersen.
Başörtüsü yasağını sona erdirmeye niyetlenirsen;
Sun'î gerginlikler çıkartılabilir.
Medya korkutabilir.
Bildiriler yayınlanabilir.
Başsavcı konuşabilir.
Partiler hakkında kapatma tehditleri oluşabilir. Her şey olabilir. Tabiî yersen.
21.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|