Adalete hislerini karıştıranlar zulmederler
Evet, hakim ve mahkeme tarafgirlik şaibesinden müberra ve gayet bîtarafane bakması birinci şart-ı adalet olduğuna dair binler vukuat-ı tarihiyeden, Hazret-i Ali Radiyallahü Anhın hilafeti zamanında bir Yahudî ile mahkemede beraber oturmaları ve çok padişahların adi adamlar ile mahkeme-i adalette görülmesi gibi çok hâdisât-ı tarihiye var...
Tarihçe-i Hayat, s. 202
***
Adliyede, adalet hakikati ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki, İmam-ı Ali (r.a.) hilâfeti zamanında bir Yahudi ile beraber mahkemede oturup muhakeme olmuşlar. Hem bir adliye reisi, bir memuru kanunca bir hırsızın elini kestiği vakit, o memurun o zâlim hırsıza hiddet ettiğini gördü, o dakikada o memuru azleyledi. Hem çok teessüf ederek dedi: "Şimdiye kadar adalet namına böyle hissiyatını karıştıranlar pek çok zulmetmişler."
Evet, "Hükm-ü kanunu icra etmekte o mahkûma acımasa da hiddet edemez; etse zâlim olur. Hattâ, kısas cezası da olsa, hiddetle katletse, bir nevî katil olur" diye, o hâkim-i âdil demiş.
İşte, madem mahkemede böyle hâlis ve garazsız bir hakikat hükmediyor. Üç mahkeme bizlere beraat verdiği ve bu milletin yüzde-bilseler-belki doksanı, Nur talebelerinin zararsız olarak millete ve vatana menfaatli olduklarına pekçok emârelerle şehadet ettikleri halde, burada o mâsum ve teselliye ve adaletin iltifatına çok muhtaç Nur talebelerine karşı ihanetler ve gayet soğuk hiddetli muameleler yapılıyor. Biz her musibete ve ihanetlere karşı sabra ve tahammüle karar verdiğimizden, sükût edip Allah'a havale ederek, "Belki bunda da bir hayır var" dedik.
Şualar, s. 330
***
Saadet-i beşeriye dünyada adaletle olabilir. Adalet ise, doğrudan doğruya Kur'ân'ın gösterdiği yol ile olabilir. (...)
Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i İlâhiye namına ve hakaik-i İslâmiye dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve mânevî kıyametler başlarına kopacak, anarşilere, Ye'cüc ve Me'cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.
Hutbe-i Şamiye, s. 83
Lügatçe:
tarafgirlik: Taraf tutmak.
şaibe: Leke, kir. Kusur, hata.
müberra: Temiz, kusurdan uzak ve arınmış.
bîtarafane: Tarafsız bir şekilde.
şart-ı adalet: Adalet şartı.
vukuat-ı tarihiye: Tarihî vakıalar, hadiseler.
hâdisât-ı tarihiye: Tarihî hadiseler.
bilâ-tefrik: Ayrım yapmaksızın.
hissiyat: Hisler, duygular.
saadet-i beşeriye: İnsanlığın mutluluğu.
hakaik-i İslâmiye: İslâmî hakikatler, gerçekler.
Ye'cüc ve Me'cüc: Kur'ân'da bahsi geçen, ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacakları bildirilen bir kavmin ismi.
|
"Sözler"in İncisi
Sözler vardır, çiçek misâldir. Sözler vardır, başıboş gezdirir. Sözler vardır, yürek burkar. Sözler vardır, bir kulaktan girer, diğerinden çıkar. Sözler vardır, incitir. Bir de öyle "Sözler" vardır ki inci gibidir. İnci gibi o "Sözler"; hem gözü açar, hem gönlü aydınlatır.
O "Sözler" öyle şeffaf sözlerdir ki, akla hitap eder, kalpten girer, ruha tesir eder. Lâtifeleri coşturur. Sözler bir, iki, üç. En son otuz üç. Tıpkı inci tâneli bir tesbih gibi. Her bir söz kalpten çıkar, kalplere tesir eder.
O sözleri söyleyen biri de vardır ki, nur dağıtır kalplere. Hassas kalplere, tiryak mâhiyetindeki nurlu sözleri dağıtan Bediüzzaman'dır. Bir sözünde şöyle der:
"Sesim yetişse bütün küre-i arza bağırarak derim ki: Sözler güzeldirler, hakikattirler. Fakat benim değildirler; Kur'ân-ı Kerîmin hakaikinden telemmu' etmiş şuâlardır." Niyet, ne kadar büyük ve söz nasıl bir ihlâs içinde söylenmiş ki, şu an o ses bütün dünyaya ulaştı. Ve o güzel sözler, Kur'ânî reçeteler, yaralı kalplerde yankısını buldu. Hem de farklı dillere, farklı kültürlere hâlâ ulaşmaya devam etmekte.
"Sözler tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehadettir, şuhuddur. Taklit değil, tahkiktir. İltizam değil, iz'andır. Tasavvuf değil, hakikattir. Dâvâ değil, dâvâ içinde burhandır."1 Yani Risâle-i Nur, Kur'ân hakikatlerinin dışında yeni bir şeyin ihdâs edilmesi değil; Kur'ân'daki İman Hakikatlerinin tasdik edilmesidir. Körü körüne teslim olmak değil, emin olmak, samimi olarak inanmaktır. Sözler, sadece bilgi vermiyor; gösterir derecede ispatını yapıyor. Tarafgirliği değil; anlamayı, kavramayı esas tutuyor.
Nur Risâlelerine çok müştak ve onların mütâlaasından intibâha düşen bir doktora yazılan mektupta; Üstad, doktora "Her bir Sözü, şahsımdan değil, belki Kur'ân'ın dellâlından sana bir mektuptur ve eczahane-i kudsiye-i Kur'âniye'den birer reçetedir farz et. Gaybûbet içinde hâzırâne bir musâhabe dairesini onlarla aç"2 der. Her bir söz, kalbin hastalığına karşı bir nurlu reçete gibidir.
Sözlerin içinde bir inci misâl söz de vardır ki, o da Bismillah'tır. Besmelenin mânâsını izah eden Birinci Söz, içerisinde pek çok tevâfuku barındırır. Allah birdir; tektir. Bir rakamı tektir ve bu Birinci Söz'de, Allah'a ve O'nun varlığına, birliğine iman etmemiz anlatılır.
"Sözler ve Mektublar hakikaten 'Nur' isminin tecellîleridir ki, suhûletle intişar ediyorlar. Bu hâl karşısında hayretle tefekkürde iken, Bismillah ismini alan Birinci Söz, hatırıma getirildi. Ve şöyle düşünmeye başladım. Dünyaya arkasını çeviren Üstad, Hazret-i Gavs'ın teşvikiyle belki delâletiyle Kur'ân'ın gayr-ı mekşuf bir hazinesinden Bismillah ile giriyor, Kur'ânî tarlaya Bismillah, Bismillah diyerek Sözler tohumunu ekiyor, Furkânî bahçeye Bismillah diyerek nurlu Mektuplar çekirdeğini dikiyor. Emr-i İlâhîye imtisâlen ekilen tohum ve dikilen çekirdeklerin inkişaf ve intişarları şüphesiz harika-âsâ olur."3
Besmele'de binler sırlar mevcuttur. "Bismillâhirrahmânirrahîm, yukarıdan nüzûl ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi arşa bağlar, insânî arşa çıkmaya bir yol olur." "Besmele, rahmetin arşına yetişmek için bir miraçtır."4
Besmele büyük bir duâ hükmündedir. Bismillah dediğimizde, Cenâb-ı Hakk'ın bütün Esmâ-i Hüsnâ'sına dayanmış, sığınmış oluruz. O an hangi ismine ihtiyacımız varsa, onunla yardım umarız Allah'tan. Çünkü; "Allah, lafza-i Celâli, bütün sıfat-ı kemâliyeyi tazammun eden bir sadeftir. Çünkü, lafza-i Celâl, Zat-ı Akdese delâlet eder; Zat-ı Akdes de bütün sıfat-ı kemaliyeyi istilzam eder. Öyle ise o lafza-i mukaddese, delâlet-i iltizamiye ile bütün sıfat-ı kemaliyeye delâlet eder."5
Bismillah'ın mânâsını okuyan insan, acizliğinin farkındadır. Fakrını bilir ki yalnız Rabbi'nden medet umar. "Bismillah, Kudret-i Ezeliyenin taalluk ve tesirini celb eder. Ve o taalluk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyle ise hiç kimse hiçbir işini Besmelesiz bırakmasın."6
Öyleyse biz de Sözler'in İncisi ile başlayalım. Kırmadan, incitmeden açalım kıymetli incinin değerli sadefini. Ve inci gibi sözlerde buluşalım. Bismillah diyerek rahmete vâsıl olalım. İnşaallah...
Dipnot:
1- Mektûbât, s. 365
2- 27. Mektub, 3. Zeyl
3- Barla Lâhikası, Hulusi Beyin Bir Fıkrası, Mektup No: 203, Y. Asya Neş.
4- 14. Lem'a, 2. Makam.
5- İşârâtü'l-İ'câz, s. 21.
6- A.g.e., s. 20
[email protected]
|