Dünden devam
TEVAFUK NETİCESİNDE TANIŞTIĞIMIZ DOSTLAR
Belki de Kongo'daki en güzel tevafuklardan birisi yerleştiğimiz oteldi. Çarşamba günü stadda kaybettiğimiz Millî Görüş'ten arkadaşlarla Invest Oteli'nin ottan mamül Afrika tarzı kıl çadırlara benzeyen barınaklarda çay içerken karşılaşıyoruz. Bize gerçekten de çok faydaları oluyor. Birlikte güzel vakitler geçiriyoruz. Issız bir adada yeni arkadaşlar edinmiş gibiyiz. Otelin lokantasından ziyade dışarıda bahçedeki çayhanesi veya çay bahçesi harika. Adeta cennetten bir köşe. Biz orada çay içerken Lion'dan Mustafa Erşahin ve Ellhafen'den İzzet Ekinci ile karşılaşıyoruz. Bu karşılaşma çölün suya kavuşması veya çöldeki yolcunun vahaya kavuşması gibi bir şey. Gerçekten de karşılaştığımız aksilikleri gideren bir karşılaşmaydı bu. Tesadüfün diliyle değil de tevafukun diliyle ifade edecek olursak bu kader buluşmasıydı. Bu karşılaşmadan sonra Millî Görüş tarikiyle gelen arkadaşlardan çok istifade ettik. Birlikte kayıp günlerden sohbetler yaptık. Kinşasa akşamlarında unutulmaz sohbetler icra ettik. Onlarla aynı otelde kalmak da bizim açımızdan büyük şanstı. Dediğimiz gibi Kongo, Frankofon bir siyasî iklime düşüyor ve burada genellikle anlaşma dili Fransızca. Dolayısıyla derinlemesine konuşmak gerektiğinde Fransızca'ya ihtiyaç hasıl oluyor. Elbette Kinşasa'da karşılaştığımız imamlar veya din görevlileri Arapça biliyorlar. Yine de gündelik işlerde az çok İngilizce ile anlaşabiliyorsunuz. Ama derinlemesine sohbet gerektiğinde Fransızca lâzım oluyor. Bundan dolayı Lion'dan gelen Mustafa Erşahin bazen bizim tercümanlığımızı da yapıyor.
KİNŞASA KLİĞİ İLE TANIŞIYORUZ
İyi niyetimiz bizim için de partnerlerimiz için de tuzak oluyor. Abdullah Mangala bayram münasebetiyle doğu bölgesine gitti. Bizi de Musa Reşidi'ye ve Şabani'ye emanet etti. Cumartesi günü bize göre, kalan son 5 kurbanı keseceğiz. Bundan dolayı da Şabani'yi bekliyoruz. Ama çanta ile araç polislerde. Afrika da bir suç var bir de suç istismarı. Kuralları ihlâl veya suç, ceza için değil istismar için var. Biz de küçük bir kıza çarparak böyle bir duruma düştük. Sabahleyin Şabani erken geldi ve arabayı almaya gideceklerini söyledi. Gerçekten de öyle oldu. Şabani saat 10 sularında yeniden geldi. Ama flu ve belirsiz ve karmaşık şeyler söylüyor. İki yetimhaneye gideceğimizi ve etleri orada dağıtacağımızı söylüyordu. Biz ise kesimleri yerinde görmekten ve doğrudan mezbahaneye gitmekten bahsediyorduk. Ne yapmak istediklerini pek anlayamıyoruz. Şabani ve şoför var yanımızda. Bizi aldılar Kinşasa'yı boydan boya kat ediyoruz. Nehir ve göl kenarlarından geçiyoruz. Müstakil binaları görüyoruz. Böylece şehir içinde turluyoruz. Bir iki saat gittikten sonra şehir dışına çıkıyoruz. Önce bir pazar yerinden geçiyoruz ve tali yola saparak yavaş yavaş kırsal alana dahil oluyoruz. Yemyeşil bir çevre. Köylerdeki evler şehir evlerinden çok daha iyi . Bu hayretimize sebep oluyor. Köylerde bağı bahçesi olan demek ki rahat yaşıyor. Zira burası bol yağmur alan bir bölge ve meyve ve sebzenin her türlüsü yetişiyor. Münbit bir toprağı ve iklimi var. Ve jeep vasıtasıyla köyleri geçerek adresimize doğru ilerliyoruz. Sonra Savahili dilinde yazılmış olan Kitumaini yetim okuluna vasıl oluyoruz. Burası hiç yetimhaneye benzemiyor. Buraya neden geldiğimizi de bilmiyoruz. Öğretmenler ve öğrenciler skeçlerle bir takım gösteriler yapıyorlar. Savahili dilinde Fatiha'yı ezbere okuyorlar ve ondan sonra da çeşitli marşlar ve piyesler oynanıyor. Maskeli baloda gibiyiz biz de kendimizi ortama kaptırıyoruz.
Okulun görünümü gayet iyi. Reviri bile var. Doktorları ve öğretmenleri muntazam. Çocukların ve öğretmenlerin kıyafetleri de çok iyi. 'Eğer burası yetimhane ise 5 yıldızlı olmalı' diyoruz. Bizi bir bayan görevli karşılıyor. Saygın birisi olmalı. Sonra o bayanın bizim partner kuruluşumuzun görevlilerinden birinin eşi olduğunu öğreniyoruz. Ve bu sonra, bize Kinşasa kliğinin ipuçlarını çözmemizi sağlıyor. Aynen Zembla maceralarında olduğu gibi. Burasının yetimhane olmadığı belli ve gerçekten de gösterişli bir okul. Misyoner okullarından farksız. Biz de yetimlerin nerede kaldıklarını soruyoruz: Bize, "Bu yetimler ailelerinin yanında kalıyor ve civar bölgelerden okula geliyorlar' diye bilgi veriyorlar." Tuhafımıza gidiyor. Kitumaini Okulu'nda yaklaşık 100 öğrencinin okuduğunu söylüyorlar. Burada bayrak, lokum gibi hediyeler dağıtıyoruz.
POLİSLER YİNE BAŞA BELÂ
Cumartesi günü Abdullah Mangala ve Musa Reşidi'nin Muslim Community adında bir kliğin başında bulunduklarına iyice kanaat getiriyoruz. Bizi dolandırıyorlar. Yetimhane dedikleri yer bizim bildiğimiz bir yetimhane değil. Ve biz onlardan yetimlerle ilgili projemizle kurbandan sonra ilgileneceğimizi söylüyoruz. Onlar ise bizi kesimhaneye götürmek yerine kendi yakınlarının işlettikleri ve muvazaalı bir yetim okuluna götürüyorlar ve bu okulun müdiresinin de Muslim Community'nin elemanlarından birisi olduğunu öğreniyoruz. Daha sonra annesinin de dul kadınlardan sorumlu bir kuruluşun başında olduğunu öğreniyoruz. Nereye gitsek kliğin organizasyonuyla karşılaşıyoruz. Bütün bunlardan sonra Halfan isimli kıyıda köşede kalmış imama soruyoruz: "Bu ne iştir?" diyor ki, 'Siz bilmezsiniz bunlar Kinşasa çetesi ve kliği..." En büyük tersliği cuma ve cumartesi günü yaşıyoruz. Kitumaini'nin önünde Türkiye'den getirdiğimiz balonların bir kısmını dağıttıktan sonra güya kesilen kurbanlardan bir kısmını vermek üzere okulun beyaza çalan müdiresini de peşimize takıyoruz. Birlikte yola çıkıyoruz. Muhammed yine kamera cihazını açıyor ve çekime başlıyor. Kinşasa sapağına gelirken pazar yerini görüyoruz ve orada polisler olduğundan Muhammed tedbirli davranarak kamerayı kapatıyor. Tam kıvrımı alırken iri kıyım bir kadın polis (ben erkek sanmıştım) başını uzatıyor ve bağırmaya başlıyor. 'Kamera kamera' diye avazı çıktığı kadar bağırıyor. Birincisi araç jeep ikincisi de içinde beyazlar var dikkat çekmemesi mümkün değil. Aracın içine bakarak bir kamera olduğunu fark ediyor. Sanki kamera taşımak yasak. Çekerken yakalasa hadi diyelim yasaklarını çiğnedik. Ama öyle bir şey de yok. Ama yine kapana kısıldık. Bizi bırakmak istemiyorlar. Ellerine bir istismar aracı geçirmişler. Kolay kolay bırakmak istemiyorlar. Ama bu defa daha dirençliyiz ve aracın kapılarını kilitliyoruz ve Muhammed sadece okulda çekim yaptığımızı söylüyor. Ama polisler istismar için bir fırsat yakalamışlar ve bu fırsatı kolay kolay tepmek istemiyorlar. Cuma günkü 7 saatlik rehine durumundan sonra iyice canım sıkılıyor. Sinirler geriliyor. Hemen telefonlarla Serkan Bey'e ulaşıyoruz. Bu sırada musallat olan polislerden birisi aracın kapısını nasılsa açıyor ve önkoltuğa kuruluyor. Halbuki Serkan Bey polisleri araca almayın diye tembih ediyor ama bindiler bile. Kunduz ve sırtlan gibiler. Bizi yine karakola götürmek istiyorlar. Aynı senaryo. Amaçları para sızdırmak. Bu defa Şabani de Musa Reşidi'yi arıyor ve onunla konuşuyor ve o da telefonu polise tutuyor. İki koldan telefonları polise uzatıyoruz. Polis hesaba katılmaktan dolayı son derece memnun ve yüzünde vahşi bir sırıtma beliriyor. Serkan Bey polisleri araca almamamızı ve en son olmazsa üç beş kuruş vererek başımızdan savmamızı tavsiye ediyor. 'Olmazsa hiç aldırmayın ve oradan uzaklaşın' diyor. Derken karakolun önüne geliyoruz ve orada polis şefi ile mülâki oluyoruz. Aracımıza dâvet ediyoruz ve cebimdeki Kongo paralarından küçük bir miktar takdim ederek yakamızı kurtarıyoruz. Bu defa bu kadar kolay kendimizi nasıl sıyırdığımızı ben de anlayamıyorum. Ama bu bizde büyük bir gerginlik husûle getiriyor. Zira ikinci olay artık sinirlerimize dokunuyor.
DOLANDIRILDIK
Yakamızı buradan kurtardıktan sonra şehre ilerliyoruz. Geri dönüşte Muhammed neden kesimhanede olmadığımızı soruyor. Şabani bugün cumartesi olduğunu ve resmî kesimhanenin öğleye kadar çalıştığını da söylüyor. Peki o halde bizi niye götürmedin ve kurbanların akibeti ne oldu, diye soruyoruz. Bize pişkince 'mezbahanede karışmış olacak' dedi. Sonunda anlaştık. Dört ineğin parasını iade edeceklerdi. Bunları yaşarken bir taraftan da İstanbul'da İHH'daki arkadaşlara bilgi veriyor ve talimat alıyorduk.
Devam edecek
|