Amerika'daki Mortgage krizinin tetiklediği sarsıntı bütün dünyayı korkutuyor. "Kara Pazartesi" Çin'den Avrupa'ya sıçrayıp dünyayı sarsıyor.
Başbakan'ın her fırsatta "ekonominin iyiye gittiği"ne örnek gösterdiği İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ciddi bir şekilde etkileniyor; günlük kayıp 13.1 milyar dolara ulaşıyor. Carî açık, 36.4 milyar dolara çıkmış. Sıcak para çıkışı ve yabancı sermaye kaçışı devam ediyor.
Hükümetin baştan beri "övgüleri"ne güvendiği dağlara kar yağıyor. IMF ve Dünya Bankası bile "carî açığa âcil önlem alın!" diye uyarıda bulunuyor.
Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı bile, "sıkıntının uzun süre sürmesi ve büyük olması"ndan bahsediyor; "Türkiye'nin etkilenmesi" endişesini açıklıyor.
Gelinen süreçte, Türk ekonomisinin, IMF politikalarıyla bir defa daha zaafa uğradığı itiraf edilmekte. ABD'ye endekslenen politikalar, ekonomiyi de okyanuslar ötesindeki dalgaya teslim etmekte.
IMF Türkiye Masası Şefi, Dünya Bankası Türkiye Direktörü, Dünya Bankası Kalkınma Ekonomisi Müdürü ve Başbakan eski Yardımcısı Abdüllatif Şener'in "carî açık ikazı"nın ardından en son AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi de "IMF'nin girdiği hiçbir ülke iflâh olmuyor. El attığı her ülkeyi zayıf hâle düşürmüş. IMF'den yakanızı kurtarmanız gerekir" diyor.
Ve bütün bunlara karşı Mâliye Bakanı Unakıtan hâlâ bildik tavrıyla, "Küresel dalgalanmalar yüzünden paniğe kapılmanın gereği yok, Türkiye carî açıktan dolayı herhangi bir sıkıntıya girmeyecek" diye konuşuyor.
* * *
Ekonomik büyümenin yavaşlamasıyla ileriye dönük beklentiler de kötüleşiyor. Sâdece carî açık değil, dış ticaret açığı da büyüyor. Önceki yıl 54 milyar dolar olan açık, 60 milyar dolara varmış.
Devletin vâhim bir biçimde artan iç ve dış borcu bir yana, ATO'nun araştırmasına göre, 70 milyonluk ülkede borçlu sayısı 40 milyona yükselmiş. Bunun 32 milyonunun kredi borçlusu olması, Türkiye'de ekonominin kırılganlığını ele veriyor.
Esnaf, işçi, emekli gelecek on yılını borçlanmış durumda. Ailelerin yarısına yakınının, küçük-büyük şirketlerin neredeyse tamamının bankalara kredi borcu bulunuyor. Esnafın en az yüzde 60'ı, çiftçinin yüzde 65'i borçlanmış.
Diğer yandan, azalan istihdamla işsizlere yenileri ilâve ediliyor. TÜİK'in anketine göre, Ekim ayı itibarıyla Türkiye'de resmî işsiz sayısı geçen yıla oranla 114 bin artışla 2.5 milyon ulaşmış.
Ancak herkes biliyor ki, gerçek işsizlik bu rakamın çok üstünde. Şehirlerde yüzde 11.8, kırsal kesimde yüzde 6.6 olarak belirlenen işsizlik oranı, bundan kat kat fazla. Başbakan yeni işe alınanları rakamdan düşüyor; lâkin her yıl artan genç nüfusla yükselen işsizler ordusunu buna eklemiyor.
Keza, gerçek enflasyon rakamları gösterilenden daha yüksek. Halkın pazarda mâruz kaldığı enflasyon, hükümetin TÜİK'e yaptırdığı resmî enflasyondan 5-6 kat fazla. Son bir yılda akaryakıttan, elektrikten, doğalgazdan, kiradan giyim, gıda ve ulaşıma kadar her şeyde en az yüzde 20'lere, 30'lara varan zam ve vergi artışlarına karşılık, ücretlilerin maaşları en fazla yüzde dört-beş artışta kalmakta.
Doğrusu 2001 krizinde yaklaşık 10 milyar dolar carî açığın büyük bir payı olduğu düşünüldüğünde, 2007 yılında ortaya çıkan 36.4 milyar dolarlık carî açığın ne denli bir tehlike olduğu, artık siyasî iktidar çevrelerince ve ekonomiyle ilgili bakanlarca da ikrar edilmekte.
Neticede yanlış ekonomik politikalar, Türkiye'yi IMF'ye mecbur etmekle sâdece ekonomiyi ipotek altına almakla kalmamakta. Türkiye'nin dış politikasını da uluslararası sermaye ve küresel gücün kıskacına almakta.
* * *
Ne var ki, Ankara biran evvel "tedbiri"ni alıp IMF ve neoconların sürüklediği işgal ve zulümle kirlenmiş "Amerikan politikaları"ndan kurtulmak yerine, bu politikalara "arabuluculuk" perdesinde âdeta "öncülük" etmekte.
Gazze'yi haftalardır abluka altına alıp akaryakıt ve elektrik sevkıyatını ve geçişleri durduran İsrail, bir buçuk milyon insanı açlıkla karşı karşıya bıraktırmakta. Her gün roket saldırılarıyla sistemli bir biçimde katliama devam eden İsrail Başbakanı Olmert, Hollanda Dışişleri Bakanına, açık açık "Gazzelilere hayatı rahatlatacak şeyleri vermeyeceğiz" demekte...
Lâkin Ankara'dan bu hususta bir dizi işbirliği anlaşmasını imzaladığı Telaviv'e hiçbir "ikaz" iletilmemekte.
En son Yahudi lobisi kuruluşlarıyla görüştüğü Amerika'dan dönen Cumhurbaşkanı Gül, İsrail'e Lübnan'ın güneyindeki uçuşlarının BM Güvenlik Konseyi'nin 1071 sayılı kararının ihlâli olduğunu iletmek yerine, Mısır'dan sonra gittiği Suriye'de Cumhurbaşkanı Esad'a, "Lübnan'da ağırlığını koymasını" istemekte.
Türkiye'ye gelen misafiri Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir'e, "Washington bakışı"yla suçlayıcı "Sudan'ın güneydoğu"su "Darfur dramı"nı iletmekte. İsrail'in Filistin'deki, ABD'nin Irak'taki işgal ve zulmünden, Sudan'a sudan bahanelerinden, "silâh fabrikası" diye "ilâç fabrikası"nı bombalamasından tek kelime söz etmemekte.
Şu garip cilveye bakın; tam da 24 Ocak'ta ekonomiyle birlikte dış politika da tepetaklak.
24.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|