Başkentin gündemi belirsizliğini sürdürüyor. Başbakanın "esnetilecek" dediği ceza kanununun 221. maddesinden "düzeltilmesi" sözü verilen 301. maddeye kadar bir yığın iç ve dış gündemin mâhiyeti meçhul.
Yeni yılda zam ve vergi furyası, yüksek faiz ve düşük döviz kuru, artan iç ve dış borç yükü ve sıcak para ile bir krizi tetikleyebilecek ekonominin durumu da belirsizlik içinde.
Tıpkı Başbakandan sonra Cumhurbaşkanının kapalı kapılar arkasında Bush'la başbaşa yaptığı görüşmede konuşulanların bilinmemesi gibi.
Belirsizlik gündemine Başbakanın "Alevî açılımı" da eklendi. 279 Alevî kuruluşundan sadece sekizinin katıldığı "Muharrem iftarı"na dokuz bakan ve kalabalık bir milletvekili topluluğuyla katılan Erdoğan, önce "laiklik" vurgusu yaptı. Devletin bütün dinî anlayışlara, inanç gruplarına, mezheplere eşit mesâfede olduğunu söyledi. "Kalbimize nifak sokmak isteyenlere izin vermemeliyiz" uyarısında bulundu.
Ne var ki Başbakan'ın "nifak"tan uzak kalma çağrısı yaptığı "iftar"ın ardında kalanlar, kargaşaya ve âdeta "nifak"a dönüştü; Alevî dernekleri birbirine düştü. Belirsizlik içinde "Alevî açılımı"ndaki taleplerin akıbeti daha da bilinmezliğe dönüştü.
* * *
Özellikle Ankara 6. İdare Mahkemesinin, cem evlerine "ibadethâne" statüsü verilmesi, bütçeden pay ayrılması ve Diyanet bünyesinde dedelere kadro tahsisi talebini kabul etmemesiyle, Aleviliğin Müslümanlığın içinde olup olmadığı tartışmaları daha da yoğunlaştı. Bundan mutedil Alevî vakıf ve ocakları da rahatsız oldular.
"İbâdethane" tespiti, şüphesiz mahkeme kararıyla belirlenmez. Lâkin İslâmda Müslümanların ortak ibadet mekânının cami ve mescitler olduğu bin dört yüz yıllık İslâm fıkıh ve tarihiyle ortada. Belli ki mahkeme her ne kadar kararını "laiklik ilkesi"yle izaha kalkışsa da temel referansını yine Diyanet ve dinî kaynaklardan almış.
Bilindiği gibi, AKP milletvekili Reha Çamuroğlu, cem evlerinin Diyanet'e bağlanıp "ibadethane" olarak kabulü ve dedelere maaş bağlanması taleplerini Erdoğan'a ilettiklerini ve başbakanın "sıcak baktığını" açıklamış; hatta medyada bu isteklerin söz konusu "Muharrem iftarı"nda netleşeceği yorumları yapılmıştı.
Fakat ne iftarda, ne de sonrasında Başbakan bu hususta net bir şey söylemedi, sadece "herhangi bir talep gelmediği"ni belirtti.
Nitekim İspanya'ya hareketinden önce konuyla ilgili soruları cevaplandıran Başbakan, "talepler"in bazı milletvekillerine ve bakanlara geldiğini, lâkin bu hususta şahsına ve başbakanlığa iletilmiş herhangi bir talep olmadığını ifade etti; "Ulaştığında biz bunlara uzak kalmayız" dedi. Peşinden de mahkeme kararını hatırlatarak "anayasa ve yasalar çerçevesinde" kaydını koydu.
Bu durum bir başka belirsizliği su yüzüne çıkardı. Başbakan ve siyasî iktidar, daha önce "sıcak baktığı" taleplere, yasalar ve "mahkeme kararı" çerçevesinde bakmakta.
Gerçek şu ki belirsizlik, "okullardaki din dersleri kaldırılmalı" diyen Çamuroğlu'nun, cem evlerinin camilere alternatif olarak "ibadethane" yapılması benzeri "Aleviliği İslâm dışına iten" tehlikeli taleplerden türemekte. Başbakan ve hükümet, siyaseten peşinen reddetmeyi uygun bulmadığı talepleri zamana yayıp oyalayıp ötelemekte.
Yapılacak olan, dinî delillere dayanarak Aleviliğin İslâm inancının içinde yer aldığı ve bütün Müslümanların ortak ibadet mekânı olan camilerin Alevilerin de ibadethanesi olduğu açıkça deklare edilip, bunun dışındaki makul talepler karşılanabilirdi; nedense hep bundan kaçınıldı. Mesele muammada bırakıldı.
* * *
Bu arada Aleviliği İslâmdan "ayırma" peşinde olanların, bir yandan, dedeliği, dervişliği, şeyhliği, zakirliği yasaklayıp "suç" sayan "Tekke ve Zaviyelerin kapatılması"na dair 667 sayılı "devrim yasası"nın yer aldığı "devrim kanunları"nı "laiklik" gerekçesiyle savunup, diğer yandan cem evlerinin ibadethâne olarak açılmasını ve dedelere maaş bağlanmasını istemeleri, tam bir çelişki.
Görünen o ki "Alevilik" üzerindeki tartışmaların belirsizliğe itilmesiyle istimal ve istismar edilebilecek sinsî bir fitne olarak duruyor. Politik açıklamalar, muammayı daha da derinleştiriyor; daha da kritik ve istismara açık bir vaziyete sokuyor.
Farklılıkları ayrıştırmakla yeni yeni ayrılıkları, ihtilâfları, çatışmaları körüklemek, toplumun içine dehşetli tefrika tohumunu atmaktır. Her an patlatılabilecek bir nifak ve iftirakın kışkırtılmasına zemin hazırlamaktır.
Oysa, konuyu belirsizlik içinde sürüncemede bırakmak yerine, "yapılabilecekler" ve "yapılamayacaklar" tespit edilip bazı yardımlar sağlanabilir. Meselâ elektrik ve su paraları alınmayabilir, ilgililere maaş verilebilir.
Alevileri "dinî azınlık" durumuna sokacak bu fitneye karşı, müzik, çalgı âletleri, namaz ve ibâdet dışı bazı ritüellerin icra edildiği cemevleri, bir "kültür merkezi" ve "dergâh" olarak kabul edilebilir.
Bir an evvel mesele muamma ve istismardan kurtarılmalıdır.
16.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|