Ankara'da kafa karışıklığı var. Siyasî iktidarın problemleri, özellikle mânevî değerlere dair demokratik ve özgürlüklerde zikzak ve kararsızlığı her halinden belli oluyor.
AKP hükümeti, AİHM'e gönderdiği "savunma"da yasakçıların "gerekçeleri"ne katılarak, tıpkı YÖK ve yasakçı rektörler gibi, başörtüsünü "laikliğe aykırı", "gerginlik sebebi"nin yanısıra "siyasî sembol" sayarken, Başbakan'ın "siyasî simge" söylemli son başörtüsü çıkışı, bunun bâriz bir örneği.
O gün dinle ilgili yetkili anayasal kurum olan Diyanet'in fetvalarıyla başörtüsünün "dinî bir vecîbe" olduğunu Strasbourg'a bildirmeyen Başbakan'ın, bugün Türkiye'de başörtünün "inancın gereği" olarak takıldığını belirtmesi ve meselenin özgürlükler açısından çözümünü istemesi, aslında doğru bir tespit.
Ne var ki, Erdoğan'ın hemen peşinden "başörtüsü siyasî simge olarak takılsa bile" demesi, daha baştan bu olumlu açılımı berhava eden ciddî bir yanlışlık.
Zira bu durum, başörtüsünün dinî değil, "siyasî nitelikli" iddialarına "gerekçe" edilip, "siyasal İslâm" ithamıyla en temel insan hakkını başka bâdirelere sürüklemekte.
* * *
Elbette "semboller" ve "simgeler" yasaklanamaz; ancak tamamen "dinî bir vecîbe" olan başörtüsü için "siyasî simge" tâbiri, öteden beri "türban" diyerek başörtüsünü "siyasî sembol" gösterme emelindeki yasakçıların eline kozlar vermekte. Başbakan'ın bizzat beş yılı aşkındır "toplumsal mutâbakât" perdesine "olur"unu aradığı yasakçılara bahaneler bahşetmekte.
Nitekim, yasaktan dolayı hak kazandıkları okullara alınmadığı binlerce mağdura rağmen CHP Genel Başkanı Baykal'ın, öteden beri yasakçıların nakarat edindiği garip çarpıtmayla "Türkiye'de 'başörtüsü sorunu' yoktur, 'türban sorunu' vardır" deyip, Erdoğan'ın "siyasî simge" yakıştırmasına mal bulmuş mağribi gibi sarılarak "Türbanın siyasî simge olduğunu kabul ettiler!" sevincinin sebebi bu.
Başbakan, "1. medeniyetler ittifakı forumu" için gittiği Türkiye'nin üyeliğine taraftar önemli AB ülkesi İspanya'da, yasakçıların ekmeğine yağ süren istismara açık kırılgan yakıştırmalar yerine, başörtüsünü "inanç özgürlüğü" zemininde salt "dinî bir vecîbe" olarak AB demokrasi kriterleri ve AİHS'nin inanç ve eğitim özgürlüğü ekseninde savunmalıydı.
Ankara'nın "hükümet savunması"yla AİHM'nin şaşırtmasına rağmen, AB temsilcilerinin, "Başörtüsü yasağı AB hukukuna aykırı" eleştirisini hatırlatmalıydı. Alman göç, mülteci ve uyum işleri Bakanı Marieluise Beck'in, "Başörtüsü yasağı, Avrupa'da farklı bir dini dışlayıp okul huzurunu ve uyum çabalarımızı zehirliyor; anayasadaki eşitlik ilkesiyle bağdaşmaz" öngörüsüne atıfta bulunmalıydı.
En azından Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Arie Oostlander'in, "Asıl irtica başörtüsü yasağıdır" uyarısını nazara vermeli; İtalya İçişleri Bakanı Guuseppe Pisanu'nun başörtüsünün bir "siyasî sembol" değil, "İslâmî ve kültürel kimliği temsil eden ve saygı görmeyi hakkeden dinî bir vecîbe" görüşündeki demokratik ve özgürlükçü yaklaşımını esas almalıydı.
Kaldı ki, İslâm'da Kur'ân ve Sünnet'le sabit olan temel dinî delillerle "dinin emri" ve tesettürün tamamlayıcısı başörtüsünü Türkiye'de kimse "siyasî sembol" olarak bilmez ve takmaz. Hiçbir başörtülünün böyle bir iddiası yoktur. Referans, tamamen dinîdir.
* * *
Diğer yandan, Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında kadınların kıyafetlerini düzenleyen hiçbir yasanın bulunmadığı, başörtüsü yasağının tamamen yasadışı ve keyfî olduğu, yasağın Anayasa Mahkemesinin gerekçesine dayandırılmasının öncelikle Anayasa ve yasalara aykırılığına karşılık, Başbakan'ın "yasağın anayasa ile çözüm"den dem vurmasının hiçbir mâkul izâhı bulunmamakta.
Doğrusu, yasakçıların "demek yasal bir yasak var ki, yasal olarak serbest bırakılmak isteniyor" demagojisiyle, meseleyi daha da içinden çıkılmaz bir çıkmaza sürükleyeceği âşikârken, Başbakan'ın bu "çıkışı"na hiçbir anlam verilemekte.
Gelinen süreçte, tepeden kanunsuz dayatılan yasağın anayasa ve yasayla kaldırılmasına kalkışmanın, yasakçıların bir "oyun"u olduğu ve yasağı daha da azdırıp çözümü zorlaştıracağı, artık akl-ı selim sahibi herkesçe bilinmekte.
Sahi hükümet ve iktidar partisi sözcülerinin itirafıyla, yeni anayasa taslağı, mâlum medya ve mihraklarca kasten "din dersleri"yle "başörtüsü"ne odaklandırılarak çıkmaza itilmedi mi? Bundan dolayı Başbakan Yardımcısının ikrarıyla "rölanti"ye alınıp rafa kaldırılmadı mı?
Peki bu "tuzak", "rektörler yasa dışı yasağı uygulamazsa sorun kendiliğinden çözülür" diyen, başta Millî Eğitim eski bakanlarından Sağlam ve Meclis Başkanı Toptan olmak üzere, bir çok iktidar partisi mensubunca da idrâk edilmişken, Erdoğan'ın yeniden meseleyi anayasa ve yasalara havale etmesinin anlamı nedir?
Dahası, yasasız yasağın anayasa ve yasalarla "çözmeye" kalkışmanın, yasağın devam ve dayatılmasına bahane edileceği açıkça ortadayken, Başbakan, onca ikaza rağmen niçin bu muhataralı, sakat ve neticesiz çıkmaza giriyor?
Doğrusu insanın iz'anı anlamakta zorlanıyor. Ve bütün bunlara bakınca, ister istemez "yoksa mahallî seçimlere doğru yine siyasî rant hesabına meselenin yeniden alevlendirilip çıkmaza sokularak çözümün daha da zorlaştırılması mı isteniyor?" sorusu akla geliyor.
Değilse neden?...
17.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|