Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

De ki: "Ben ancak bir sakındırıcıyım. Tek olan, herşeyin üzerinde mutlak kudret ve tasarruf sahibi olan Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur."

Sâd Sûresi: 65

17.01.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Esirler hakkında size hayır ve iyilik tavsiye ederim.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 583

17.01.2008


Tesettür, Kur'ân'ın bir emridir

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine alsınlar" (Ahzâb Sûresi, 33:59) (ilâ âhir) âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur'ân'ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor.Haşiye

Elcevap: Kur'ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz.

Birinci Hikmet

Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktizâ ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.

Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.

Haşiye: Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça:

"Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimâiyesinde en kudsî ve hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir."

Lem'alar, 24. Lem'a, 1. Hikmet

Lügatçe:

tesettür: Örtünme.

medeniyet-i sefihe: Gayrimeşru zevk ve eğlencelere sevkedici medeniyet.

fıtrî: Yaratılıştan, yaratılışla ilgili, yaratılışa ait.

gayr-ı fıtrî: Yaratılıştan olmayan, yaratılışa aykırı olan.

delâlet: İşaret.

fıtrat: Yaratılış.

iktizâ: Gerektirme.

hilkaten: Yaratılış yönüyle.

istiskal: Sakîl görme, ağır bulup hoşlanmadığını belirtme.

müttehem: Suçlanan.

17.01.2008


Kaylûle (öğle uykusu) - 1

Rabbi tarafından terbiye edilen, edebin, güzel ahlâkın bütün çeşitlerini kendisinde bulunduran bir Peygamberin (asm) ümmetiyiz ve onun getirdiği dine mensubuz.

Bir Müslümanın maddî ve mânevî ihtiyaç duyacağı her şey, onun (asm) hayatında ve getirdiği dinde mevcut. Onun (asm) her sözü, her hareketi, getirdiği dinin her hükmü hikmetlerle dolu.

Hazret-i Peygamber'in (asm) hareketlerine, sözlerine, emirlerine kısaca yaşantısına dâir bütün hâl ve tavırlarına, hareket düsturlarına sünnet-i seniyye denilmektedir.

Dinin temel hüküm kaynaklarından birisi olan sünnet-i seniyyenin kısımları, mertebeleri vardır. Bir kısmı vaciptir, terk edilmez. Dinin muhkemâtı, yani sağlam ve kuvvetli hükümleridir. Bunların hiç bir şekilde değiştirilmemesi gerekir.

Diğer kısmı ise nafile nevinden sünnetlerdir. Bu da iki kısma ayrılmaktadır. Bir kısmı ibadetle ilgili sünnetlerdir ki bunları değiştirmek, bozmak bid'attır. İkinci kısmı ise "âdâb" olarak adlandırılır ki, Peygamberimize (asm) ait çeşitli davranış ve ahlâk kaidelerini içerir. Bunlara muhalefet etmek bid'at sayılmaz; fakat bunlara uymamak Peygamberimizin (asm) âdâbına muhalefet anlamına gelir ve kişiyi hakiki edepten mahrum bırakır.

Peygamberimizin (asm) konuşma, yeme, içme, yatma gibi hususlarda ve muâşerette (diğer insanlarla olan münasebetlerinde) takip ettiği hareket tarzı sünnet-i seniyyenin âdâb kısmını oluşturur. Bu kısımdaki hükümlere uyan, Peygamberimizin (asm) ahlâkını kendisine örnek almış olur. Sünnet-i seniyyenin âdâb kısmındaki hükümlere uymak, Peygamberimizi hatıra getirir ve kişinin o âdâbtan feyiz ve nur almasını sağlar. Ayrıca Peygamberimizin (asm) âdâbına uyan kişi, âdetlerini ve günlük basit işlerini ibadete çevirmiş olur. (11. Lem'a'nın 6. Nüktesi)

UYKU VE ÇEŞİTLERİ

Sünnet-i seniyyenin âdâb kısmında yer alan konulardan birisi de uykudur. Peygamberimiz (asm) her konuda olduğu gibi uyku konusunda da bizlere mükemmel bir örnektir. Bir Müslümanın nasıl ve ne zaman uyuması gerektiğini, kendi hayatında uygulamalı olarak göstermiştir. İslâmî kitaplarda uyumadan önce ne gibi hazırlıklar yapılması gerektiği sünnet-i seniyyeye göre detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz ise, uykunun vakitleridir. Yani gece uykusunun dışında hangi vakitlerde uyumak sünnet-i seniyyeye uygundur, hangi vakitlerde uygun değildir?

Bediüzzaman Hazretleri, bir talebesinin sorusu üzerine, 28. Lem'a'nın 9. Nüktesi'nde uykunun üç çeşit olduğunu belirtir ve sünnet-i seniyyeye uygun olan ve olmayan uyku çeşitlerini meâlen şu şekilde izah eder:

Birincisi: Gaylûledir. Kerâhet vaktinde, yani güneş doğmaya başladıktan sonra başlayan ve yaklaşık 1 saat süren zaman diliminde uyunan uykudur.

Kerâhet vakti, serinlik vaktidir. İnsanın uykudan uyandığı, bedenen ve zihnen en dinç olduğu vakittir. Günlük çalışmalara başlamadan önce gerekli hazırlıkların yapılması için en uygun vakit, bu vakittir. Bu vakit geçtikten sonra insana bir rehavet hâli gelir ki, kerahet vaktinde yapılmayan hazırlıkları yapmak o halde insana zor gelir. Onun için günlük çalışmaların ön hazırlıklarını bu vakitte yapmak, o günkü çalışmanın verimini olumlu yönde etkileyecektir. Bu vakitte uyumak, bu hazırlıkların yapılmasını engelleyeceği için o günkü verimi düşürecek, yani bereketsizliğe sebep olacaktır. Kerâhet vaktinde uyumanın, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğe sebep olacağı hadislerde de belirtilmektedir. Bu hikmetten dolayı kerahet vaktinde uyumak sünnete aykırıdır.

İkincisi: Feylûledir. İkindi namazı vakti başladıktan sonra akşam namazı vakti girinceye kadar olan süre içinde uyunan uykudur. Bu uyku, dinlendirmesi ve rahatlatması bir yana kişiye bir sersemlik verir ki, kişi o günü uykulu bir vaziyette geçirmiş gibi olur. Bu uykulu ve sersemlemiş hâl sebebiyle o günkü gün, o kimse için kısalmış gibi olur. İnsanın günlük maddî ve mânevî çalışmalarının neticesi çoğunlukla ikindi vaktinden sonra ortaya çıkmaya başlar. İkindi ile akşam vakitleri arasında uyuyan kişi bu neticeleri göremeyeceği için, o günü sanki yaşamamış gibi olur. Bu uyku da sünnete aykırıdır.

Üçüncüsü: Kaylûledir. Bu uyku, sünnet-i seniyyeye uygun olan gündüz uykusudur. Duha vaktinden öğleden biraz sonraya kadardır. (Duha, yani kuşluk vakti, güneş doğduktan 50 dakika sonra başlayıp, öğleye 20 dakika kalana kadar olan vakittir.) Bu uykunun pek çok faydası vardır; gece ibadet için kalkmaya yardımcı olur, ömrü uzatır ve rızkın artmasına/bereketlenmesine sebep olur. Yarım saatlik kaylule, iki saatlik gece uykusuna denk gelir. Yarım saat kaylule uyuyan bir kimse bir buçuk saat daha az gece uykusu uyur ki, bu bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarmış ve günlük çalışma zamanına eklemiş olur.

Bu uyku, sıcak bir memleket olan Arap Yarımadasında yaşayan insanların bir âdeti haline gelmiştir. Arap Yarımadasında yaşayanlar sıcaklığın en şiddetli olduğu öğle vaktinde ara verirler ve bir müddet öğle uykusu uyurlardı. Peygamberimiz (asm) de son derece faydalı olan bu kavmî âdeti devam ettirmiştir. Öğle ile ikindi arasında bir saat civarında uyumuş ve bu uykuyu ümmetine de tavsiye etmiştir.

Öğle uykusunun başta sağlık olmak üzere pek çok açıdan önemli faydaları olduğu günümüzde artık kabul edilmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde, araştırma merkezleri ve hastahanelerde, uzmanlar tarafından yapılan araştırmalarda, kaylulenin (öğle uykusu) faydalı olduğu ortaya çıkmıştır.

BAZI ARAŞTIRMALAR

E-mailime gelen bir haber bülteninde yer alan, Batılıların "siesta" ya da "nap" dedikleri, Müslümanların ise "kaylule" olarak adlandırdıkları öğle uykusu ile ilgili çeşitli ülkelerde yapılan araştırmaları ve bu araştırmalar sonucunda elde edilen verileri/bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Amerika

İlk bilgiler Amerika'dan. Yapılan araştırmalar neticesinde Amerikalıların çoğunun yeterli gece uykusu alamadıkları tesbit edilmiş. Doktorlar gece yeterince uyuyamayan bu Amerikalıların gün ortasında kısa süreli dinlenmeye ihtiyaçları bulunduğunu belirterek-özellikle çalışanlara-öğleden sonraki faaliyetlere başlamadan önce hafifçe kestirmelerini tavsiye ediyorlar.

Yunanistan

Bu yılın başlarında komşumuz Yunanistan'da sonuçları açıklanan bir araştırmaya göre ise, gün içinde kısa bir süre uyuyan/kestiren kişilerin kalp krizine yakalanma ihtimallerinin daha da azaldığı tespit edilmiş. Yaklaşık altı yıl süren bu araştırmada 23 binden fazla yetişkin Yunanlı takip edilmiş. Haftada 3 kez en az yarımşar saatlik uyku molası veren yetişkinlerin uyku molası vermeyenlere göre % 37 daha düşük kalp krizi geçirme riskine sahip oldukları belirlenmiş. Araştırmayı organize edenlerin elde ettikleri en güçlü bilimsel sonuç ise, çalışan erkeklerle ilgilidir. Bu sonuca göre, gün içinde öğle vakti yapılacak kısa süreli şekerleme, yoğun iş temposunun sebep olduğu tansiyonu/baskıyı/stresi azaltarak kişinin sağlığının düzelmesine/iyileşmesine katkıda bulunmaktadır.

Avrupa ve Latin Amerika

Avrupa ve Latin Amerika'da bulunan bazı işyerleri ise, gün içinde kısa süreli şekerleme yapma fikrini yıllardır desteklemektedir. Bu işyerleri, çalışanlarına işyerinden ayrılıp eve gitmelerini ve kısa bir süre şekerleme yaptıktan/dinlendikten sonra dönmelerini ısrarla tavsiye etmektedir.

Yine ABD'de bazı şirketler, çalışanlarının gün içinde ofislerinde kısa süreli dinlenmelerine izin vermektedir. Bu şirketlerin yöneticileri, çalışanların dinlenmelerine izin verdikleri takdirde hataların ve iş kazalarının azalacağına, bunun yanında iş veriminin artacağına inanmaktadırlar.

(Devamı yarın)

Erhan Akkaya

17.01.2008


Namaz molası

1976 yılı yaz mevsimi, galiba Ağustos ayı idi.

Daha önceleri Van ilimizde Bediüzzaman Said Nursî için mevlid-i şerif okunacağını duymuştum. Önceki yıl mevlide katılanların anlattıkları beni çok etkilemişti. Bu yılki mevlide katılmayı çok arzu ediyordum. O hafta sonu mevlid okunacakmış. Otogara gidip Van'a giden firmaları araştırdım. Sadece bir firmada iki kişilik yer vardı. O yerler de otobüsün bir ve son numaralı koltukları imiş. Yolculukta pek uyuyamadığım için bir numaralı koltuğa talip oldum.

Bir Perşembe akşam üzeri 24 saatten fazla sürecek Ankara-Van yolculuğum başladı.

Şoförler birbirlerine devamlı "haci" diye iltifatta bulunuyorlardı. Şoförlerimiz hacı olduklarına göre namazlarımı vaktinde rahatça kılabilecektim. Gerçi Doğunun insanları en azından dine saygılı idi. Kendileri namaz kılmasalar da namaz kılanları severlerdi. Şoförlerle kolay anlaştık. Yolculuk boyunca bol bol sohbet etmek imkânımız oldu. Namaz vakitleri giriyor, fakat bizim "haci"lerin namaz kıldıklarını görmüyordum. Dayanamadım sordum: "Hacım, namaz molasını ne zaman vereceksiniz?" dedim. Bozuntuya vermeden, "Namaz vakti olunca sen bize hatırlat, belki biz unuturuz" dediler. O tarihlerde kara yoluyla yapılan hac yolculuklarında şoförler de görevlendiriliyordu. Meğer bizim şoförlerin hacılığı o mukaddes yolculukların hatırası imiş. Görev icabı pek çok şoförümüz de hacı olmuşlardı.

Bana o uzun kara yolculuğunda "muvakkitlik" yapmak düşmüştü. Ankara-Van yolculuğunda Allah'a şükür namazlarımı kazaya kalmadan vaktinde kılabildim. Şoför uygun yerlerde otobüsü durdurup namaz kılma fırsatı verdi. Bir namaz molamız da çeşmesi olan bir çayıra rastladı. Muavin "namaz molası" deyince diğer yolcular önce şaşırdılar. Sonra "Biz de namaz kılalım" dediler. Hatta Cuma namazını bir şehirde (galiba Muş'ta) kıldık. Böylece yolcuların çoğu da namaz kılmış oldular. Uzun yolculuğun sonunda herkes hayatından memnun idi.

O tarihlerde dinlenme tesislerinde namaz kılacak yer bulmak oldukça zordu. Çok defa namazlarımı bir tahta veya bir seccade üzerinde kıldığımı hatırlarım. 1970'li yıllarda Trakya gezisinde otobüsümüz ihtiyaç molası vermişti. Tesislerde görevli bir personele namaz kılacak yeri sordum. Bana arka tarafı gösterdi. Gittim baktım namaz kılacak bir yer bulamadım. Arka tarafta yeşil çayırlar vardı. Tekrar geri dönüp mescidi bulamadığımı söyledim. "Abi buralarda namaz kılacak yer olmaz!" dedi. Halbuki burası % 99'u Müslüman olan bir ülkeydi. Ne diyeceğimi şaşırdım. "Peki namaz kılacaklar ne yapar?" dedim. "Arkada çayırlarda kılar" dedi.

Bir otobüs yolculuğunda yolculardan biri şoförden namaz kılmak için mola ister. Şoför de "Duramam, namazını kaza edersin" der.

Yolcu: "Peki ben kaza etmeden sen kaza edersen ne yaparız?"

Şoför: ".......!"

Şimdi Allah'a binlerce şükür, hemen bütün dinlenme tesislerinde modern ve temiz mescitler bulunmaktadır. Pek çok güzel örnekler olmakla birlikte otobüs şoförlerimizin de namaz konusunda anlayış göstermelerini temenni ediyorum. Namazlar da en az diğer ihtiyaçlar kadar önemlidir.

Bediüzzaman'ın dediği gibi, "Birtek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba, yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarf eden ve o uzun hayat-ı ebediyeye birtek saatini sarf etmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilâf-ı akıl hareket eder!"

Yine Üstadın namaz konusunda müjdelerini de hatırlamak gerekir: "Namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem, cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem, namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermâye-i ömrünü âhirete mal edebilir. Fânî ömrünü bir cihette ibkâ eder."1

Bu mescitlerin açılmasında Nur Talebelerinin ısrarlı isteklerinin payının büyük olduğunu düşünüyorum.

Dipnotlar: 1- Sözler, s. 41, YAN.

Ahmet Özdemir

17.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri