Bizleri sevdiğimiz kişilere yakınlaştıran özel bir bağ vardır.
Canımız, dostumuz, sırdaşımız yapan, birçok kişinin arasından seçmemize sebep olan yaşanmışlıklarımız.
Çünkü hayatımızın içindeki özel isimlerden biridir o. Onunla birçok şeyi; sıkıntılarımızı, sorunlarımızı, sevinçlerimizi paylaşmışız.
Hiç kimsenin bilmediği, hatta annemize ve kardeşimize dahi anlatmadıklarımızı o duymuştur.
Bazen ses, kimi zaman bakış olup kalmıştır.
Her gelen gitmiştir de o yıllara bedel olmuştur.
Belki sıraları paylaşmışızdır, belki gidip gelinen yolları. Ya da en büyük acıyı aynı anda yaşamışızdır. Kimsenin olmadığı bir anda o kimsemiz olmuştur. En ihtiyacımız olduğu bir saatte o çıkagelmiştir.
Sarıldığımız anda neler hissettiğimizi anlamış da, elini sıktığımızda heyecanımız sanki bir anda ona geçmiştir.
Öyle ki, ismini kendi ismimizden ayrı görmemiş, ortak anılarımız arttıkça daha bir bizden saymışızdır.
Yani bizi görünmez iplerle dostlarımıza bağlayan bağdır paylaşımlarımız.
Hepimizin farklı farklı yaşanmışlıkları olsa da,
Bence dostlarımızla bizi yakınlaştıran en önemli noktamız: benzerliklerimiz.
Çünkü ortak yönlerimiz arttıkça birbirimizi daha iyi anlar, daha çok yardımcı oluruz.
"Damdan düşenin halinden damdan düşer anlar" misali. O anda ne hissettiğini en iyi aynı olayı daha önce yaşayan kişi bilir.
İnsanın bazen konuşmaya mecali kalmaz.
Bir tek ses duymak istemez.
Böyle anlarda sadece başını yaslayacağı bir omuz arar, bu hali anlayıp omuz olanlar bizimle aynı kaderi paylaşanlardır.
Zira bazen susmak, birçok sözden daha tesirli olabilir.
Ya da eksiklerimizdir bizleri birbirine yakın kılan.
Birbirimizi olduğu gibi kabul etmek, değiştirmeye çalışmadan, kınamadan, üzmeden kurulan dostluklarda sağlam olur.
Aynı dertten muzdarip olan, başkasını aynı olaydan nasıl eleştirip, kınayabilir ki.
***
Bu bağlamda, Mevlânâ'nın Mesnevi'sinde güzel bir hikâye anlatılır:
Bir gün, bir bilge, kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar, yol kenarında. Hayli merak eder, bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini, nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. Biri karga, biri leylek... O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine, türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle.
Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Tâ ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, beraber yaşamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar.
O zaman anlar ki, sahip oldukları değil, sahip olmadıklarıdır kimilerini birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin 'arızalarını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine kabullenirler öylesine. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. Aynı şekilde zengin, aynı şekilde mesut olanların ortak paydaları sabun köpüğü gibidir, uçar. Ortak acı, ortak hüzün, ortak pürüzdür esas yakınlaştıran, yaklaştıran..."
23.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|