Filistin'deki El Halil Camii'nin eski imamı, Filistin Müslüman Âlimler Heyeti'nin üyelerinden Hüseyin Halil El Avauda ile İstanbul'da bir araya geldik. Dedesi Padişah II. Abdülhamit'in yakın korumalarından biri olan El Avauda, 1981 yılında Filistin'de direnişçilerle birlikte mücadele ederken, İsrailliler tarafından tutuklanmış ve cezaevinde gördüğü işkence neticesinde her iki gözünde görme duyusunu kaybetmiş. Bu olaydan sonra yılmamış ve mücadelesine devam etmiş, defalarca da tutuklanmış. Tâ ki, 1992 yılında Lübnan'a sürgüne gönderilene kadar. Şimdi ise, direniş mücadelesini başka bir boyutta devam ettiriyor Avauda... Suriye'de bir mülteci olarak hayatına devam eden eski imam, direnişçilere destek toplamak için çalışmalarını sürdürüyor. Filistin'deki kutsal mücadelenin canlı şahitlerinden El Avauda ile sizin için görüştük...
*Ne sebeple cezaevine girmiştiniz ve ne kadar süreyle kaldınız, tutukluyken ne yaşadınız?
81 yılında ilk defa yakalandım. İsrail devletini yok etmeye çalışmak ve bunun için örgüt kurma suçlamasıyla içeri atılmıştık. İki aya yakın, 54 gün boyunca türlü türlü işkenceler yapıldı. Kafama vura vura gözlerimi kaybetmeme sebep oldular. Ancak ben, yine kör olarak mücadeleme devam ettim. İkinci yakalanışımda, aynı suçlamayla 5 ay boyunca tutuklu kaldım. '83 yılında tekrar hapse alındık, ancak bu sefer sadece tedbir kararıyla tutuklandık. '88 yılında ise, tekrar yakalandık, intifadanın, yani ayaklanmanın ileri gelenlerinden lider kadrosundan olmak suçlamasıyla... '90'da da iki defa, ikişer ay olmak üzere tutuklu kaldım. '91 yılında ise yine tedbir kararıyla 5 ay içerde kaldım. Sonuncusu ise '92 yılında 14 Aralık'ta yakalandım. Lübnan'a Mercüzzuhur denen bir beldeye 415 kişiyle beraber sürgün olarak gönderildik. Orada bir sene kaldıktan sonra, Suriye'ye geçtim, Filistin'e dönmedim. Eğer dönseydim, doğrudan hapishaneye girecektim. Suriye'ye mülteci olarak sığındım. Şimdilik mülteciyim, ama inşallah bir gün Filistin'e fatih olarak, kurtarıcı olarak döneceğime inanıyorum.
*Sizce Filistin'deki mücadele o günden bu yana nasıl bir çizgiye kaydı?
Birinci intifada 1987'de başlayıp '93'e kadar sürdü. Sonra biliyorsunuz, Oslo Anlaşması yapıldı. Bu anlaşma gereği mücahitler Filistin polisi tarafından yakalanıp tutuklanıyor. O sebeple '94'ten 2000'e kadar bir rehavet ve uyuma dönemi yaşanıyor. Çünkü mücadelenin önüne çok büyük engeller konulmuştu. Yol haritası gereği bu böyleydi. Ondan sonra 2000 yılında Şaron'un Mescid-i Aksa'ya girerek, o mübarek bölgeyi varlığıyla kirletmesi üzerine ikinci intifada başladı ve gelişerek devam ediyor. Hatta o kadar gelişti ki bu ayaklanma, Yahudilerin Gazze'den çekilmesine sebep olacak kadar etkili olmuştur. İntifadalar, direnişler bir nevi med cezir olayları gibidir. Şartlar ve imkânlara bağlı olarak gelişir. Artıyor, ya da azalıyor. Ama hiç bir zaman durmuyor, durmayacak. Şimdi ise, üçüncü bir intifadanın eşiğindeyiz. Ama bu üçüncü intifada, inşallah İsrail'in yok oluşuna sebep olacaktır. Bunun emareleri görünmektedir.
*Son günlerde Gazze'de yaşanan İsrail tarafının insanlık ayıbı ve sonucunda duvarın halk tarafından yıkılıp ablukaya son verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Filistin halkı, gerek Batı Şeria'da, gerekse Gazze'de yapmış olduğu demokratik tercihinin faturasını ödemektedir. Filistin'de demokratik yöntemlerle bir seçim yapılıyor. Hani Amerika'nın istediği yöntemlerle yapılıyor bu... Ama halk öyle bir karar veriyor ki, Amerika'nın beklentileri ve istediğinin tersine bir sonuç çıkıyor. Kıyamet ondan kopmuştur. Bu seçimden sonra yapmış oldukları bütün fırıldaklar ve numaralar Hamas'ı ve halkı yıldırmak içindir. "Neden bunları seçtiniz, alın size işkence, alın size zulüm, alın size kıtlık ve açlık..." mesajı vermeye çalışıyorlar. Ve öyle bir şey yapmak istiyorlar ki: "Batı Şeria'da Abbas ve El Fetih ile cennete dönüşecek, paralar ve yardımlar hep buraya akar, yalancı bir zenginlik ve refah ortamı oluşur. Gazze'de ise madem Hamas'ı seçtiniz, alın size cehennem alın size direniş." demek istemekteler. Hatta oranın insanlarını denize dahi dökmek istemektedirler. Yatıp kalkıp Gazze'dekilerin ölmesi ve yok olması için duâ etmektedirler. Yani İsrail tarafı, bu denli muzdariptir Gazze'den... Halk ise, orada tercihinin arkasında sabırla durmuştur. Yapılan gösteriler ve ayaklanmalar onu göstermektedir. Halkın seçilmiş olan meşru yönetime desteği açık seçik ortadadır. Bu destek zaman geçtikçe de artmaktadır. İsrailliler ise, tamamen beklenti ve temennîlerini dile getiriyorlar. "Halk Hamas'tan koptu, istemiyor" propagandası yapıyorlar. Haniye ile Zahar arasındaki ihtilaf söylentileri de hep onların uydurma ve temennilerinden ibarettir. Çünkü herşeye rağmen bu direnişi sindiremediler, yıldıramadılar... Halkın iradesi ve azmini kıramadılar. Bunu dolambaçlı ve gayr-ı meşru yollarla yapıyorlar... Zaten batıl hep gayr-ı meşrudur...
* Peki bu mücadelenin nihaî hedefini ne olarak görüyorusunuz?
Ben her Filistinli gibi, kalbim, duygum ve ruhumla hep bu mücadelenin içinde olduğumu belirtmek isterim. Her dakika ve saniyemi Filistin için feda etmeye hazırım. Ve bir gün Filistin kurtulacaktır. Bunun emare ve işaretlerini almaya başladık. Yahudilerin Gazze'den çekilmesi olayı o kadar basit ve azımsanacak bir gelişme değildir. Direnişin ve cihadın bir sonucudur.
Yahudiler asla anlaşma ve sözlerine sadık olmamışlardır. Onlar tarihte Peygamberlere verdikleri sözlere dahi sadık kalmamışlardır. Halkımız da bunun farkındadır. Bunu son Gazze olaylarında da gördük. Halka baskı ve yıldırma politikası uygulamak bir işe yaramadı ve halk sonunda patladı. Duvarları yıktı sonunda. Yahudiler Kudüs'te de duvar inşa ediyorlar biliyorsunuz. Onlar da yıkılacaktır elbet. En nihayetinde de Filistin ve Kudüs kurtulacaktır Allah'ın izniyle. Çünkü Yahudilerin kurduğu İsrail devleti zorlama bir devlettir, gasıp bir devlettir. Gayr-ı meşrudur. Bir gün geldikleri gibi gideceklerdir. Oradan buradan toplama bir halkla kurulmuştur. Amerika'dan, Rusya'dan, Avrupa'dan, hatta Afrika'lardan toplama Yahudilerle teşkil ettiler bu topluluğu. Afrika Yahudisinin Filistin'de ne işi var... Bunları zamanında buraya topladılar, ancak şimdi aksi hicret başlayacaktır. Yahudiler hep propogandayla bu insanları İsrail'e topladılar. Onlara ev, araba, arsa, kadınlar vaad ederek getirttiler. Cennet vaad ettiler adeta. Ancak bu insanlar geldiler ve İsrail'de huzuru bir türlü bulamadılar. Çünkü hep tehlike altındalar. Ufak bir füze çölün ortasına düşse, Yahudiler oturdukları yerde tir tir titriyorlar... Bu önemli bir olaydır.
*Türkiye üzerine düşeni yapıyor mu bu konuda sizce?
Türkiye halkı, II. Sultan Abdülhamit zamanında görevini fazlasıyla yerine getirmişti. Ne yapmıştır? Filistin'i asla satmamıştır, vermemiştir. Bütün yapılan baskılara ve maddî tekliflere rağmen satmamıştır. Filistin bu anlamda bir vakıf toprağıdır aynı zamanda. Bütün Müslümanlarındır Filistin. Kimsenin onun üzerinde keyfî tasarruf hakkı yoktur. Sultan Abdülhamit bu anlamda dik durmuştur. Siz ise, Sultan Abdülhamitlerin, Osmanlıların ve Bediüzzaman Said Nursî gibi âlimlerin torunlarısınız... Çok beklentimiz var sizlerden. Size de bu yakışır. Aksini asla düşünmüyoruz. Sizden de çok umutluyuz.
*Bediüzzaman Said Nursî'yi de zikrettiniz. Onun sizin mücadelenizde yeri nedir?
Biliyorsunuz, o büyük bir âlim, büyük bir müceddid, müçtehid, inkılâpçı ve büyük bir eğitimcidir. Çok önemli bir nesil yetiştirmiştir. Biz onu gerek okullarda, gerekse evlerimizde çocuklarımıza örnek olarak anlatıyoruz. Mücahedemizin ilmî, fikrî ve eğitim boyutunda Said Nursî'nin yeri çok önemlidir.
|