Bu hafta yaşanılan çete operasyonundan sonra, Türkiye'deki çeteleri konuşmak istedik. Çetelerin kuruluş amacı, nasıl bir zeminde yükseliyorlar, neden çökertilemiyorlar gibi soruların cevabını aradık.
Bu konuyla ilgili çeşitli yazıları ve 28 Şubat ve Şemdinli
üzerine kitabı bulunan yazar Ömer Lütfi Mete'yle konuştuk. Mete, "Hukuk devleti sınırları dışına çıktığınızda
kullandığınız her unsur başınıza belâ olur" diyor
*Türkiye'de çetelerin bu kadar faal olmasını neye bağlıyorsunuz?
Hangi örgütün ve kimlerin çete olduğu henüz yargı kararıyla kesinleşmiş değil. Fakat bir ülkede 'hukuk devleti' işlemiyorsa, her zaman çeteler oluşur. Bu ne demektir? Devletin bir takım görevlileri veya birimleri yasa dışı herhangi bir eylem yapar veya yaptırırsa kendisini rehine haline getirir. Neye benzer bu?
Çiftlik sahibi kâhyasına işçilerden birini öldürtse, o saatten sonra çiftlik sahibi kâhya, kâhya da çiftlik sahibi olur. Yani hukuk devleti sınırları dışına çıktığınızda, kullandığınız her unsur başınıza belâ kesilir. Bir kişiyi öyle veya böyle meşrû veya gayrı meşrû bir mücadelede, nizamî bir harpte veya çetelerle yürütülen çatışmalarda ölüm makinesi olarak veya ölüm makinelerini yönlendiren beyin olarak kullanırsanız, bunları emekli ettiğinizde çete haline getirirsiniz. Irak Savaşından dönen Amerikan askerlerinin suç makinesi haline geldiklerini görüyoruz.
*Türkiye'deki durum bu mudur?
PKK, 12 Eylül'den sonra gaflet ve dalâlet içindeki yöneticiler tarafından tırmandırılmıştır. Diyarbakır Cezaevinde işkencelere maruz kalanlar devlet, asker, polis düşmanı haline getirilmiştir. PKK'nın dağa çıkaracağı çekirdek kadroyu devlet adeta bilemiştir, yetiştirmiştir. PKK ile mücadelede sayısız yargısız infaz oldu. Bazı köylerde, baskınlarda çok çirkin, Türkiye'yi AİHM'de mahkûm ettiren olaylar yaşandı. Bütün bir mücadele böyledir demiyorum. Mehmetçiğin tümü böylesine çirkin yollara başvurmuştur zannını yaymak isteyenlere de asla katılmıyorum. Ama çirkin olaylar olmuştur. Münferit olaylar PKK ve destekçileri tarafından 'Bütün Türk askerleri böyle yapıyorlar' diye propaganda aracı edinilmiştir.
*Bu tür olaylara karışan askerlerin temizlenmesi gerekmiyor mu?
Sadece askerler mi karışmış? Ancak, böyle unsurların tasfiyesi, kendine güvenen güçlü yöneticilerin yapabileceği bir iştir. Savaş sırasında askerî disipline aykırı davrananları cezalandırmak çok güçlü komutanlık gerektirir. Bunu Fatih Sultan Mehmet gibiler kolayca yapmıştır. Güçlü önderler, meselâ yağmacılık yapan askerleri derhal cezalandırmıştır. Yeteri kadar askeriniz var zaten, kendinize güvenin ve suç işleyeni cezalandırın. Bir fitneci dış akıl size 'Çetelerle mücadele için akıl hocalarını öldürün' demiş de harekete geçmişseniz, pek çok Kürt vatandaşımızın Türkiye Cumhuriyeti'nden büsbütün soğumasına, ondan nefret etmesine yol açarsınız. Bu tür yargısız infazlar devletten geldiyse veya bunları yapanları devlet bildiği halde üzerine gitmediyse, bütün sistem zan altındadır. Kürtçü terör fitnesinin büyümesinde en büyük etkenlerden biri de yargısız infazlardır. Bu yargısız infazlar ve kötü muameleler bölgede Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne ve devlete husûmet dalgası meydana getirmiştir.
*Bizim mensup olduğumuz bir devlet cinayetlere göz yumuyorsa, özgüvenimizi nasıl sağlayacağız?
Kendi adıma söyleyeyim, Allah'tan başka kimseye güvenmem. Bu yüzden özgüven için, ille de kusursuz bir devletin var olmasına mahkûm değilim. Büyük bir milletsem, devletim de kötü ise, onu değiştiririm. Yeterince güven vermiyorsa, özgüvenimi niye yitireyim, devletimi düzeltmek için yırtınırım.
*Siz savaşta kullanılan unsurların emekli olduğunda bir takım faaliyetlere devam ettiğini söylüyorsunuz. Bunu nasıl bir psikolojiyle devam ettiriyorlar?
Her zaman değil. Özellikle, Amerika'nın yaptığı gibi, kirli savaşlarda böyle oluyor. Sizin haklı mücadelenizde, eğer bir takım unsurlar kirli işler yapmışlarsa, onları emekli ettiğinizde kurtulamazsınız. Böyleleri, gizli, karanlık, ama çok kutsal işler yaptıklarına inanırlar. Polis veya asker, eğer görevi başında kirli işler yapmış veya yapmaya sevk edilmiş ise, emekliliğinde mafya olur, çeteleşir. Esasen devlet yetkisini kullanan insanın emeklilik sürecinde aynı yetkiyi kullanma isteği hep vardır. Bu makamlara gelmek için yırtınmışlardır, dünya onlar için çok kutsaldır, koltuk yücedir. Pek doygun ve olgun kişilik sahibi değillerse, koltuklarını kaybettiklerinde kendilerini de kaybederler. Onlar için hayat, gelebildikleri mevkiler kadardır.
*Bir de silâhlı güçlerin sivil siyasetçilere güvenmeme hadisesi var. Bu fikir bu tür oluşumlarda etkili olmuş mudur?
Bir topluma inzibatî güç olarak hizmet veren unsur, kendini çok önemser. Siyaset kadrosu yerinin hakkını veremiyorsa, güvenlikçi onun patronu olur.
*Burada "Asker müdahale ettiğinden mi boşluk doğuyor" tartışmaları yıllardır devam ediyor...
İktidar boşluk kabul etmez. Sen ona yön verecek iradeyi gösteremiyorsan, o sana yön verir. Buna mevzuatı bahane etmeyeceksin. Devletin başındaysan, baş gibi davranacaksın, herkes haddini bilecek.
*Bu kadar basit mi?
O zaman o mevkide durmazsın. 'Kışlanda duracak mısın? Durmayacaksan ben gidiyorum, al bu iktidarı başına çal' dersin. Herkesi bağlamaz bu söylediğim. Ben olsam öyle söylerim diye düşünüyorum. Fakat bekâra karı boşamak kolaydır. Kimi sabreder, iktidarın sistem dışı fiilî ortaklarını hizaya getireceğine inanır, gününü bekler. Kimi bu hayalle avunur, tasfiye edilir, gider. Fakat bu durum, yani anayasal düzenin dışından gazel okuma durumu, demokratik hukuk devleti olma arzusundaki bir ülke için sürdürülebilir değildir.
*Bazı emekli askerler darbeyi çağrıştıran söylemlerle kamuyu meşgul ederken Genelkurmay neden bunlarla arasına sınır koyacak bir açıklama yapmıyor?
Bu konuda, sivil siyasetin de çok parlak bir sınav verdiğini düşünmüyorum. Bu ülkede Deniz Kuvvetleri Komutanı, adi suçlu olarak mahkûm edilmiştir, ama son on yıl sürecince akçeli işlerden ötürü kendi bakanını yargılatan bir sivil siyaset kadrosu var mıdır? Bu, ordu bünyesindeki bütün kirlenmiş unsurların ayıklandığı anlamına gelmez, ama ciddî bir örnektir, ibrettir. Sistemin temizlenmesi için, bütün kurumların kendini kirlilerden ayıklama sürecine girmesi lâzım. Siyaset de kendini ayıklamalı. Tabiî ki ülkemiz bir gecede temizlenemeyecek kadar kirlenmiş, kirletilmiştir. Allah son Peygamber'ini göndermemiş olsaydı, ancak öyle bir önderin gelişiyle büyük ve hakiki bir temizlik hareketi yaşanabilirdi. Bu ülkede bütün büyük servetler, tamamen veya kısmen haramdır. Herkesin kursağından haram girmiştir. Sen ve ben dahil.
*Nasıl yani?
Diyelim ki, bu ülkeye, üzerimizden geçen eroin trafiğinden 5 milyar dolarlık bir pay kalıyor. Bu ne demektir? Bu, senin benim paramın alım gücünün biraz daha yüksek olması demektir. Onun için camide alnımızı koyduğumuz halılara dahi eroin parası bulaşmış olabilir. Biz iddiasız insanlar böyleyken, siyasette, bürokraside bir yere gelmiş insanların çoğunun ve ailelerinin, yakınlarının kanı hayli haramla doludur. O yüzden Türkiye'yi temizlemek bir gecenin işi değildir. Türkiye'de ciddî bir temizlik muradı olursa, hakikî bir adaleti tecelli ettirme aşkı gelişirse, ancak o zaman umutlanabiliriz. Türkiye Hazret-i Ali'nin halifeliği sırasında inşa etmeye çalıştığı hakikî hukuk devleti düzenini geliştirmek için yönetim ve toplum kararlı bir arzu sergilerse, ancak o takdirde 20-30 yıl içinde 'hukuk devleti' haline gelebiliriz.
*Günlük tartışmaya, Ergenekon operasyonuna dönersek. Siz bunu Türkiye tarihinin en önemli operasyonu olarak değerlendirir misiniz?
Süreç hızlı değişiyor. Gözaltına alınanların bir kısmı serbest bırakıldı. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Bütün medya kuruluşları, hukuka aykırı olarak, bu konuyu hem de sözde yayın yasağına rağmen ayrıntılarına kadar işliyor, yorumluyor, hatta çarpıtıyor. Biz de buna katılmayalım. İlke düzeyinde değerlendirme yapalım. Kolluk görevlileri bir takım örgütlü suçlar isnat ederek, bazı insanları yargının önüne çıkarıyorsa, mutlaka sonuç alabilecek kadar güçlü kanıtlara sahip bulunmalıdır. Aksi halde, siz gözaltına alırsınız, mahkeme delil yetersizliğinden serbest bırakırsa, halk ne düşünür? Bu durumda ahali 'Eh, adlî süreç böyle işler, henüz suçlarla ilgili yeterince kanıt bulunamamış' demez. Ya ne der? 'Vay be! Onca ağır suçlar isnat edildiği halde bunlar salıverildiğine göre, demek ki devlet bile diş geçiremiyor.'
Böyle bir sonuca yol açmamak lâzımdır.
*Halk, 'Demek ki devletin içinde bunları koruyan adamlar var' diyebilir...
Vatandaşın, 'Devlet kamplara bölünmüş, bir yarısı öbür yarısıyla kavga ediyor' lâfını duyması daha mı iyi? Böyle bir manzaranın doğması kime fayda getirir? Devlet etmek, büyük ve zor iştir. Bugünün bürokratlarına bunu öğretmek için kırk fırın ekmek yedirmek gerekiyor. Devlet, önce senin, yani görevlilerin saygınlığından ibarettir. Görevlileri saygın olmayan, halka itimat telkin etmeyen devlet, devlet değildir. Yoksa tabancan, tüfeğin, topun veya copun her yere yetişmez. Devlet, kolluk görevini yürütenlerin uyandıracağı saygınlıkla ayakta durur. Huzur ve asayişi polisin veya askerin sayısı veya teçhizatı sağlamaz, kolluk görevlilerinin saygınlığı, azizliği, temizliği, işlerini başarıyla yapabilmelerini sağlar.
*Veli Küçük TBMM'nin oluşturduğu Susurluk Komisyonu'na gitmemiş. Bu acziyet mi?
Susurluk'un ayrıntılarını bilmiyoruz. O süreçte sapla samanı birbirine karıştırdık. İş öyle bir hale geldi ki, kirlenen unsurları teşhir edip ayıklamak, devletin üst kademelerine sakıncalı görünmüş olabilir. Çünkü bir terör örgütü ile mücadelede, bin tane temiz iş yapıyorsun, ama on tane veya yüz tane de kirli iş yapılıyor. Bu kirli işleri o süreçte ayıklayıp açıklamaya kalksan, bütün bir mücadele kirli savaş olarak görülecek, gösterilmek istenecek, örgüt böyle propaganda yapacak, dışarıdaki destekçileri de böyle kabul edeceklerdi. Tıpkı Ermeni meselesinde olduğu gibi. Tehcir sırasında olan münferit kanlı saldırılar yüzünden Osmanlı Devleti'nin soykırım yaptığı iddia ediliyor, buna tarihî hakikat gözüyle bakılıyor. Zaten, PKK terörü ile de benzerlik kuranlar olmadı değil. O zaman bütün bir terör mücadelesi lânetli ve kirli bir süreç olarak gösterilebilirdi. Susurluk sırasında bir kısım olayların örtülmek istenmesinde bu duygunun etkisi vardır.
*Bu yaklaşımla hareket edilince mi bazı insanlara dokunulmuyor acaba?
Kirli unsuru temizleyeceksin. Bir şekilde, bütün bir mücadelenin lânetli bir süreç olarak ilân edilmesine yol açmadan, kirli unsuru ayıklamayı becereceksin. Devletsen, bunu yapacaksın. Sapla samanın birbirine karıştırılmasına meydan vermeyeceksin. Mahkemeye giderken delil bulacaksın. Bu adam hâlâ suç mu işliyor, eğer öyleyse kanıtlayacaksın. Eski defterleri açmak bazen işi en tepeye kadar götürür. Saddam, Türkiye'ye sandviç operasyonunu teklif etti, ama Ankara elinin tersiyle itti. Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir sistematik suçu örgütlemiş değildir. Fakat o mücadelede herhangi bir üst düzey sorumluyu ortaya çıkarsak, mücadelenin bütün kadroları tepeden aşağı suçlanacak ve PKK'nın istediği ortam doğacak: "Biz mazlumuz ve TC halkımıza saldırıyor. İşte suçlusu da ortada." Böyle bir işi Ankara'dan beklemek, aynı Ankara'nın 'Evet devletimiz 1915'te planlı olarak Ermeni soykırımı uyguladı' demesini beklemek kadar ham hayaldir.
*Suçlu olan görevlilere dokunulabiliniyor mu?
Kime dokunuluyor? Siyasetçiye dokunulabiliyor mu? Ayrıca ben mi dokunacağım? İşin özü şudur: Türkiye'de iki korkunç askerî darbe yapıldı. 12 Mart ve 28 Şubat'ı öyle saymıyorum, çünkü Meclis lağvedilmedi. Ama 27 Mayıs ve 12 Eylül korkunç birer darbedir. Türkiye, ille de bugün o darbelerin hayatta olan sorumlularını hapse atmak için değil, tarih önünde mahkûm etmek üzere yargılayabilecek kadar ciddî bir hukuk devleti haline gelirse, diğer bütün kirli iş erbabına da dokunmak mümkün olur.
Darbeci askeri, zaman aşımına bakmadan, ahlâkî ve siyasî açıdan yargılayamayan bir ülke, hiçbir kirliliği temizleyemez. İki kere iki dört!
*Ama bazı suçları deşifre etmek Türkiye'yi Batı karşısında olumsuz etkiler diyorsunuz...
Evet. Terör belâsını def edene kadar bu istek, hem gerçekçi bir arzu değildir, hem de, Türkiye'ye yönelik insafsız istismarlara yol açacaktır.
*Bu demin söylediğiniz Hazret-i Ali adaletine uygun mu?
Adalet demedim. Hazret-i Ali'nin hukuk devleti duyarlılığına dikkat çekmek istedim. Hazret-i Osman'ın katilleri bulunsun diye yığınla insanın hapsedilmesini isteyenlere karşı, 'masumun haksızlığa uğrama ihtimali' yüzünden iktidarını kaybetme sürecine girişini hatırlatmak istedim. Şimdi, aslında tam da bu anlayışa çağrı yapıyorum. Suçlu bulacağız diye herkesi zan altında bırakmak adalet midir? Bazen gerçek bir suçluyu bulup cezalandırsanız bile, onun kimliği veya konumu yüzünden bütün bir ülke suçlanacaksa, iki kere düşünmeniz gerekmez mi? Haa, siz de Amerika kadar güçlü olsanız, dışarıdan size yönelecek haksız suçlamaları umursamaz, bütün resmî suçluları ayıklar ve cezalandırırsınız. Kaldı ki, bir de böyle bir işi yapacak tertemiz iradeler, tertemiz yargı adamları olacak.
*Bir taraftan temizlensin diyorsunuz bir taraftan da 'Bazı suçluları korumak lâzım' demiş oluyorsunuz.
Beni anlamamaya direniyorsun. Benimle polemik yapmaya gelmişsin. Helâl olsun!
*Polemik değil, anlamak için soruyorum.
Her türlü suçlunun üstüne gidelim. Köküne kadar! Kim gidecek? Bu toplumun her şeyiyle kefil olacağı kim ve neresi var ki, o böyle bir toplu temizliği yürütecek? Ben Öcalan'ın asılmasına da bu mantıkla karşı çıkmıştım. Onu asmak, 30 bin kişinin ölümüne yol açmış bir sürecin sorumluluğunu tek kişiye indirgenmek ve korkunç bir cürümler kuyusunun üstünü örtmeye çalışmak demekti. O dönemin bazı askerleri ve siyasetçileri de, en azından başarısızlıkları itibariyle sorumludurlar.
*Peki siz son operasyonla Gladio'nun temizlendiğine inanıyor musunuz?
Son operasyon özelinde bir şey söylemem. Başta da belirttiğim gibi, hem süreç bitmedi, hem de hızlı gelişme ve değişmelere tanık oluyoruz. Mesele basit değil. Gladio'nun ne olduğunu kim biliyor? Herkesin kafasında bir şey var, ama ne?.. Benim kafamdaki şu: ABD'nin Türkiye'de oluşturduğu 'Baş derin çete' olarak anlıyorum Gladio'yu... O mu tasfiye ediliyor, yoksa onun tarafından başkaları mı tasfiye ediliyor, bilemem. Bir kere Türkiye'nin Gladio'yu tasfiye etmesi için ABD'den büsbütün kopması lâzım. Nasıl olacak bu? Gladio Türkiye demektir...
*Büyük lâf ettiniz, Gladio nasıl Türkiye demek?
Türkiye'de, siyasî ve askerî bakımdan Amerika'nın istemediği bir şey olmaz demektir. Eğer olursa, ağır bedel ödenir. PKK, bunca zaman, canımızı ABD'nin taşeronu olarak yakmıştır. Bunu bilmeyen asker de, siyasetçi de yoktur. Eee, bildiğimiz halde ne yapabildik? Sadece dayandık? 'Canımızı yakabilirsin, ama her istediğini yaptıramazsın' demiş olduk. Böylece bir uzlaşmaya gelindi ve ABD, şimdilik PKK ile bizi vurmaktan vazgeçti.
*Gladio kendini mi yeniliyor? Tasfiyeyi neden yapıyor?
PKK konusunda Amerika'yla uzlaşılmıştır. Böyle bir süreçte Türkiye'deki Amerikan derin devleti, eğer adı gerçekten Gladio ise, o, her işte bir derece etkin durumdadır. Seyirci kalması beklenemez. Her dediğini yaptırır demiyorum, ama ona rağmen büyük icraatlar gerçekleştirmek, şimdilik kolay görünmüyor bana. Ankara bu şartlarda Amerika karşısında asgarî bağımlılık düzeyini yakalamaya çalışıyordur. En azından ben böyle olduğuna inanmak istiyorum. Hissettiğim kadarıyla, bazı kurum ve birimlerde Amerika'nın her şeye karışmasına karşı ciddî bir itiraz var. Türkiye'nin, Amerika'dan mahrem yerlerinin oluşma süreci başlamış bulunabilir diye umuyorum. Hükümetle asker arasındaki iyi giden ilişkiler, yeniden devlet olma yoluna girdiğimizi düşündürüyor. Malûm, biz kendi içimizde kavga ettiğimiz için dışarıya karşı dik ve kararlı duramamaktayızdır. İçimizde çatışma yoksa, ABD bile her şey değildir.
|