Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onun haberinin gerçek olduğunu az bir zaman sonra siz de bileceksiniz.

Sâd Sûresi: 88

03.02.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kıyâmet Günü azabı en şiddetli olan, hiçbir hayra sahip olmadığı halde kendisini insanlara hayırlı imiş gibi gösteren kimsedir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 605

03.02.2008


İstibdad-ı mutlak altında hürriyet-i ilmiye olamaz

Madem hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir ve madem hükûmet ise cumhuriyetin en serbest sûretini kabul etmiştir; elbette hakîki ve katî ve reddedilmez kanaat-i ilmiyeyi ve efkar-ı saibeyi, asayişe dokunmamak şartıyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdat altına alamaz ve onu bir suç tanımaz. Evet, dünyada hiçbir hükûmet var mıdır ki, bütün birtek kanaat-i siyasiyede bulunsun. Haydi—farz-ı muhal olarak—ben, perde altında kendi kendime kanaat-i siyasiyemi yazmışım ve bir kısım has dostlarıma göstermişim; bunda suç var diyen kanunları işitmemişim.

Tarihçe-i Hayat, s. 204

***

Efendiler,

Çok emârelerle kat’î kanaatim gelmiş ki, hükümet hesabına, hissiyât-ı diniyeyi âlet ederek emniyet-i dâhiliyeyi ihlâl etmek için bize hücum edilmiyor. Belki bu yalancı perde altında, zındıka hesabına, bizim, imanımız için ve imana ve emniyete hizmetimiz için bize hücum edildiğine çok hüccetlerden bir hücceti şudur ki:

Yirmi sene zarfında, Risâle-i Nur’un yirmi bin nüshaları ve parçalarını yirmi bin adamlar okuyup kabul ettikleri halde, Risâle-i Nur’un şâkirtleri tarafından emniyetin ihlâline dair hiçbir vukuât olmamış ve hükümet kaydetmemiş ve eski ve yeni iki mahkeme bulmamış. Halbuki, böyle kesretli ve kuvvetli propaganda, yirmi günde vukuâtlarla kendini gösterecekti. Demek hürriyet-i vicdan prensibine zıt olarak, bütün dindar nasihatçilere şâmil, lâstikli bir kanunun 163’üncü maddesi sahte bir maskedir. Zındıklar, bazı erkân-ı hükümeti iğfal ederek, adliyeyi şaşırtıp, bizi herhalde ezmek istiyorlar.

Madem hakikat budur; biz de bütün kuvvetimizle deriz:

Ey dinini dünyaya satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız. Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek. Yüzer milyon kahraman başlar feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun! Her ceza ve idamınıza hazırız. Hapsin harici, bu vaziyette, yüz derece dahilinden daha fenadır. Bize karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında hiçbir hürriyet—ne hürriyet-i ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i diniye—olmamasından, ehl-i namus ve diyanet ve tarafdar-ı hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten başka bir çare kalmaz. Biz de; “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” (Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. / Bakara Sûresi, 2:156.) diyerek Rabbimize dayanıyoruz.

Tarihçe-i Hayat, s. 358

Lügatçe:

hürriyet-i ilmiye: İlim hürriyeti, bilim hürriyeti.

istibdat: Baskı, tahakküm.

hürriyet-i vicdan: Vicdan hürriyeti.

şâmil: Kaplayan, içine alan.

zındık: Dinsiz.

erkân-ı hükümet: Hükümet azaları, bakanları.

iğfal: Kandırma, aldatma, gaflette bırakma.

efkar-ı saibe: İsâbetli görüşler; yanlışsız, doğru düşünceler.

03.02.2008


Said Nursî’yi anlamak

Yıllar önce Bediüzzaman’ı anlamak için çocuklarımla Barla’ya gitmiştim. Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı’nda yer alan çınar ağacının yanında ve altında çeşme bulunan ilk dershanesini ziyaret ettik. 1920’lerin dershanesi değildi elbette. Restore edilerek güzelleştirilmiş ve tefriş edilmişti. Çok şey değişmişti. Yollar asfalt veya parke yapılmıştı. Önünden geçen sokak, 5-6 m. kadar ancak genişti. Değişik yerlerden gelen pek çok kimse ile tanıştık. Hayalen Said Nursî’nin Barla’ya sürgün edildiği yıllara gittim. Nereden nereye gelmiştik?

Barlalılar Bediüzzaman’ı anlayabilmiş miydi? Yerli insanların duygu ve düşüncelerini almak istedim. Bu kasabada uzun yıllar sürgün hayatı yaşayan Said Nursî’yi gören insanlar olmalıydı. Yolun karşısında sırtını duvara dayayarak oturan yaşlı bir amca gözüme ilişti. Bizi seyre dalmıştı. Onunla konuşmak istedim. Selâm verip yanına çömeldim. Bediüzzaman’dan “hoca efendi” diye bahsediyorlardı. Önce Barla gibi nurun neşre başladığı bir yerde yaşamakla çok şanslı birisi olduğunu söyledim. Sonra aramızda şöyle bir konuşma geçti:

“Bediüzzaman Said Nursî’yi gördün mü?”

“Görmez olur muyum?..”

“Peki ne yaptın? Bize biraz anlatır mısın?”

Ona yaptığı hizmetleri anlatacağını zannettim. Üzüntülerini belirterek:

“Ah! Evlat...” diyerek derince bir iç geçirdi. Sonra:

“O mübarek zât yaz-kış demeden kırlara, bağlara, bahçelere giderdi. Akşama yakın evine gelirdi. Çeşmede ayakkabılarını (o zamanlar soğuk kuyu denilen lastik ayakkabılar olmalı) yıkardı. Sonra evine çıkardı.”

“Peki sen ne yaptın?”

“Buradan karşıya geçip o mübarek zâta bir gün bile hizmet edemedim.”

“Senin buradan karşıya geçmene bir engel mi vardı?”

“Olmaz mı?..”

“Neler vardı?”

“Bizi korkuttular. Tehdit ettiler. Bizim hoca efendiyle görüşmemiz yasaklandı.”

“Yanaşanlar ne oldu?”

“Yanaşanlar karakola çağırılıp ağır cezalandırıldı.”

“Niçin?”

“Tehlikeli bir adammış, devlete karşı gelmiş, dediler.”

“Hoca efendiden ne kötülük gördünüz ki?”

“Hiçbir kötülüğünü görmedik. Kendi halinde yaşardı.”

“Şimdi pişmanlık duyuyor musun?”

“Bir gün bile hizmet edemediğime yanıyorum. Onun büyüklüğünü şimdi daha iyi anlıyorum. Çok mübarek insanmış.”

Bediüzzaman’la arası madden birkaç adımdı. Fakat mânen çok uzak olduğu anlaşılıyor. Yaşlı amca belki çok şeyler anlatacaktı. Ama o günlerin korkusu, yüzünden hâlâ okunuyordu. Bizim de ziyaret vaktimiz dolmuştu. Barla dile gelse bize o günlerin baskı ve zulmünü birer birer anlatacaktı. Her ne ise...

Bu konu Tarihçe-i Hayat’ta şöyle özetlenir: “Bediüzzaman Said Nursî, Barla nahiyesinde daimî ve çok şiddetli bir istibdat ve zulüm ve tarassud altında bulunduruluyordu. Barla’ya nefiy sebebi ise, kalabalık şehirlerden uzaklaştırıp, böyle ücra bir köye atılarak, rûhunda mevcud hamiyet-i İslâmiyenin feveran etmesine manî olmak, onu konuşturmamak, söyletmemek, İslâmî, îmânî eserler yazdırmamak, atıl bir vaziyete düşürüp dinsizlerle mücahededen ve Kur’ân’a hizmetten menetmek idi.”1

“O dalâlet ve zındıkanın en azgın devirlerinde, Bediüzzaman Said Nursî, daimî nezaret ve tarassud altında ve böyle müthiş ve pek çok ağır şerâit içerisinde idi. Nemrut’ların, Firavun’ların, Şeddad’ların ve Yezid’lerin yapamadığı zulümlerin envâı Bediüzzaman’a yapılıyordu.”2

Bediüzzaman’ı ziyaret etmek her “babayiğit”in işi değildi. Ömrünün 28 senesi hapis ve sürgünlerde geçmişti. Selâm verenler bile sorgusuz-sualsiz karakollara çekilip falakaya yatırıldı. Pek çok kimse bu yüzden hapisleri boyladı. Her şeye rağmen karakolu, hapsi göze alıp ziyaret eden ve ona talebe olan nice insan olmuştu.

Bediüzzaman’ı anlamak kolay değildi.

Onun yolu bedel ödemekten geçiyordu.

Dipnotlar:

1- Tarihçe-i Hayat, s.137

2- Tarihçe-i Hayat, s.141

Ahmet Özdemir

03.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri