Hayatlarını Kur’ân’ın talebesi ve hizmetkârı olarak tanzim etmeyi kendilerine en önemli misyon olarak seçen hizmet ehlinin imtihanları da bu misyonun ağırlığıyla mütenasip şekilde zaman zaman çok ağır ve çetin olabiliyor.
Onun içindir ki, bu çok yönlü, çok çeşitli ve çok boyutlu imtihanlarla ilgili olarak Risale-i Nur’da son derece ciddî ikazlarda bulunuluyor.
Münhasıran böyle ikazlara tahsis edilmiş çok önemli bahislerden biri de 29. Mektubun Altıncı Kısmı olarak yazılan ve bir lâhikada İhlâs ve İktisat Risaleleriyle beraber zaman zaman müştereken okunması tavsiye edilen Hücumat-ı Sitte Risalesi. (Kastamonu Lâhikası, s. 172)
“İns ve cin şeytanlarının altı desise”sinin anlatıldığı bu bahisteki “altıncı desise,” “tenbellik, tenperverlik ve vazifedarlık damarı” üzerinden ehl-i hizmete kurulan tuzakları deşifre ediyor.
Önce bu tuzakların hedefindeki hizmet erbabının vasıfları şöyle sıralanıyor: “Metin kalbli, sadâkati kuvvetli, niyeti ihlâslı, himmeti âlî...”
Demek ki, hizmet noktasında kalbin sağlam, sadâkatin kuvvetli, niyetin ihlâslı ve idealizmin yüksek olması, sahibini, tenbellik, tenperverlik ve vazifedarlık damarıyla kurulması muhtemel tuzaklardan muhafaza etmek için kâfi gelmiyor.
Ve söz konusu tuzak şöyle işletiliyor:
Hizmetle ilgili meşguliyetleri aksatmak ve hizmetten usandırmak için, tenbellik ve tenperverlik ile vazifedarlık damarından istifade taktiğine başvuruluyor.
Ehl-i hizmette tenbellik olur mu? Demek ki oluyor. Çünkü herkes nefis taşıyor. Nefis de tenbellik ve rahata düşkün. Muzır manileri çok olan hizmet çoğu zaman çile ve sıkıntıdan hâlî olmadığı için, fırsat kollayan nefis, yakaladığı en ufak boşlukta sahibinin tenbellik ve rahata düşkünlük meylini değerlendirmek istiyor.
Burada çok dikkat çekici olan bir nokta, iç disipliniyle tenbelliğe prim vermemeyi itiyad haline getirmiş olan cevval fıtratların da, ters köşe tuzağıyla vazifedarlık ve çalışkanlık damarları işletilerek hizmetten alıkonulmaya çalışılmaları.
“Haberleri olmadan, (hizmet ehlinin) bir kısmına fazla iş buluyorlar, tâ ki hizmet-i Kur’âniyeye vakit bulmasın. Bir kısmına da dünyanın cazibedar şeylerini gösteriyorlar ki, hevesi uyanıp, hizmete karşı bir gaflet gelsin ve hâkezâ.”
Tek tek her birimizin bu iki cümlede ifade edilen tuzaklar karşısındaki konumumuzu dikkatli bir şekilde gözden geçirmemiz gerekiyor.
Hizmete ayırabileceğimiz veya ayırmamız gerektiği halde başka iş ve meşguliyetler için sarf ettiğimiz vakitlerimiz var mı? Ne kadar?
Ve dünyanın cazibedar şeylerine kapılarak hizmete karşı gaflet durumuna düştüğümüz oluyor mu? Oluyorsa, bunun önüne geçmek ve tekrarını önlemek gibi bir gayretimiz var mı?
Üstadın bu çok tehlikeli tuzaklara dikkat çektikten sonraki şu seslenişi ne kadar anlamlı:
“Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz. Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir, her bir saatiniz bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın.” (Mektubat, s. 414)
İşte, meselenin püf noktası bu. En kıymetli sermayemiz olarak bize bahşedilen ömür dakikalarını nasıl kullanıyoruz? Fâni ve gelip geçici iş, meşguliyet ve heveslere mi; yoksa ebedî bir hayatı kazandıracak manevî hizmetlere mi?
10.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|