|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
De ki: Hüsrân içinde olanlar, kendilerini ve yakınlarını Kıyâmet Günü hüsrâna düşürmüş olanlardır. Haberiniz olsun ki ap açık hüsrân işte budur.
Zümer Sûresi: 15
|
10.02.2008
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Ümmetimin en şereflileri, Kur'ân okuyanlar ve gece kalkıp ibâdet yapanlardır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 613
|
10.02.2008
|
|
Memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz?
İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır. Yani, “Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!” denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır.
Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşî reislerinin sağır kulakları çınlasın! Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüz bin cihette “Yaşasın Cehennem” dedirten “mimsiz medeniyet”perestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhâldir.
“O bize yollarımızı dos doğru gösterdiği halde, bize ne oluyor ki Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız ezâlara sabredeceğiz. Tevekkül etmek isteyenler Allah’a güvensinler.” (İbrahim Sûresi, 14:12.)
Bu yakınlarda ehl-i ilhâdın perde altında tecavüzleri gayet çirkin bir sûret aldığından, çok bîçare ehl-i imana ettikleri zalimâne ve dinsizcesine tecavüz nev’inden, bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tamir ettiğim bir mâbedimde hususî bir iki kardeşimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize müdahale edildi. “Niçin Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitap olmayan öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komitenin başlarına derim ki:
Ey ehl-i bid’a ve ilhad! Altı suâlime cevap isterim.
Birincisi: Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşî, canavar bir çete reisinin bir usûlü var, bir düsturla hükmeder. Siz hangi usûlle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Çünkü böyle husûsî ibâdâtta kanun yapılmaz ve kanun olamaz.
İkincisi: Nev-i beşerde, hususan bu asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde, hemen umumiyetle hükümfermâ “hürriyet-i vicdan” düsturunu kırmak ve istihfaf etmek ve dolayısıyla nev-i beşeri istihkar etmek ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize “lâdinî” ismi vermekle ne dine, ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde, dinsizliği mutaassıbâne kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette—saklı kalmayacak—sizden sorulacak. Ne cevap vereceksiniz? Yirmi hükûmetin en küçüğünün itirazına karşı dayanamadığınız halde; nasıl yirmi hükûmetin birden itirazını hiçe sayar gibi hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmaya çalışıyorsunuz?
(Devamı için bakınız: Mektubat,
29. Mektub, 6. Risale olan 6.
Kısmın Zeyli, Es’ile-i Sitte)
Lügatçe:
ehl-i ilhâd: Hak yoldan sapanlar, dinsizler.
istihkar: Hakir görme, küçümseme.
lâdinî: Din dışı, dinle alâkası olmayan.
|
10.02.2008
|
|
Bir kitabın hikâyesi: Cem’ü’l-Cevâmi ve Bediüzzaman
1976 yılının bir kış günüydü. Dostum Necmeddin Şahiner ve Vanlı Hacı Reşid Övet Ağabey’le, Van’a bağlı Gürpınar ilçesinin Kiril köyüne gidiyoruz.
Karla kaplı yollar zor geçit veriyordu. Bu yüzden bindiğimiz köy minibüsünden defalarca yere iniyor, patinaj yapan minibüsü iteklemek zorunda kalıyorduk.
Başet Dağı eteklerinde kurulan bu köye, bir akşam karanlığında ancak varabildik. Bizi gören köylüler şaşırmıştı. “Bunlar kim?”, “Bu kışta kıyamette ne işleri var bu dağın başında?” deyip duruyorlardı.
Biz ise, bir kitap için yollara düşmüş, Kiril köyüne bu maksatla gitmiştik. Kitap bizim için kıymetliydi, çünkü Aziz Üstad’ın kendi el yazısı vardı kitabın üzerinde. Mübarek elleriyle yazdığı Arapça bir ifadesi bulunuyordu.
1889’lu yıllarda Hazret-i Üstad’ın bizzat okuduğu ve ezberlediği kitabın sahifeleri arasındaki yazıyı görünce; kitabın bulunduğu köyün hocası Şeyh Salih Ömer Efendi de heyecanlanmıştı. “Bana dünyaları verseniz bu eseri vermem, çünkü bu kitap Bediüzzaman’ın teberrüküdür” diyordu.
O zaman, kitaptaki o sahifelerin sadece bir fotokopisini almakla yetinmiştik. Aradan tam 23 yıl geçmiş, Kiril imamı Şeyh Salih Ömer Efendi’yi Van’da bulmuştuk. Bir akşam üzeri, Şerefiye Mahallesindeki kendi evinde ziyaret ettik. 23 yıl önceki misafirliğimizi anlatarak, kendisiyle yine uzun uzun sohbet ettik. Lâtife olsun diye, “Bu defa sizden kitabı almaya, eğer vermezseniz çalmaya geldik” dediğimizde, o yine, yıllar öncesi dediğini tekrar etti: “Valla dünyaları verseniz bu kitabı vermem, çünkü Bediüzzaman’ın hatırası var.” Daha sonra kitap hakkındaki düşüncelerini söylemişti.
Üstad Hazretlerine son derece hürmeti olan Salih Efendinin hissiyâtını saygı ile karşılıyorduk. Kitabı nereden elde ettiğini sorunca da, “Siirt’te Molla Fethullah Efendinin medresesinden yıllar önce satın aldım” diyordu.
Molla Fethullah Efendinin, o yıllarda Bediüzzaman Hazretleriyle olan münasebet ve alâkadarlığını ise, şu satırlarda görmek mümkün:
“Molla Fethullah, ‘Pekâla, zekâda harikasınız; fakat hıfzınız nasıldır? Makàmat-ı Harîriye’den birkaç satırını iki defa okumakla hıfz edebilir misiniz?’ diyerek kitabı uzatır.
“Molla Said, alarak, bir yaprağını bir defa okumakla hıfz etti ve okudu. Molla Fethullah, ‘Zekâ ile hıfzın ifrat derecede bir kimsede tecemmûu (toplanması) nâdirdir’ diyerek hayrette kaldı.
“Bediüzzaman, orada iken Cem’ü’l-Cevâmi kitabını, günde bir-iki saat iştigal etmek üzere bir haftada hıfz etti. Bunun üzerine Molla Fethullah şu kelâmı söyleyerek kitabın üzerine yazdı: ‘Cemü’l-Cevami’nin tamamını bir haftada ezberine aldı.’”1
Bilâhere, Bediüzzaman da başka bir Cem’ü’l-Cevami* kitabının sonuna “Cem’ü’l-Cevami kitabının tamamını bir haftada ezberledim” meâlinde, kendi el yazısıyla Arapça bir ibare yazmıştır.2 İşte, bir hafta içinde ezberlediği bu Cem’ü’l-Cevami kitabı, hâlen, bahsi geçen Şeyh Salih Ömer Efendide bulunmaktadır. Kendilerinde bulunan, aziz Üstad’ın değerli hatırasıyla süslü bu kitaptan, Üstad’ın yazısının bulunduğu kısımların fotokopilerini almakla yetindik. Kendilerine teşekkür ederek, tekrar görüşmek ümidiyle ayrıldık.
Dipnotlar:
* Cem’ü’l-Cevami, fıkıh konusunda yazılmış bir eserdir. Şafiî âlimlerinden olan İmam Sübkî tarafından telif etmiştir. 362 sahifelik olan bu eseri Celâleddin Mahalli şerh etmiş, Abdurrahman Benanî de haşiye yazmıştır.
1- Tarihçe-i Hayat, s. 33-34
2- Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla B.S.Nursî, Nesil, 2005, s. 61
|
Mustafa Öztürkçü
10.02.2008
|
|
Kâinatla tanışmak
Bir odaya girdiğimizde herkes bir iş ile meşgul, birisi çay yapıyor, diğeri etrafı süpürüyor, öbürü masaları siliyor olduğu halde biz uzun süre onları seyrederek boş boş oturabilir miyiz? Veya onlar bize “Niye sen boş oturuyorsun, bize katıl bir şeyler yap?” demez mi? Biz de, “Madem herkes bir şeylerle meşgul, ben de bir şeyler yapayım” demez miyiz?
İnsan sosyal bir varlık. Etrafından etkilenmemesi mümkün değil. İnsanın kâinatta iç içe olduğu sayısız mahlûkattan her an etkilendiği muhakkak. Bu etkilenme doğru şekilde olup her an onun istifadesine de dönüşebilir; veya yanlış şekilde olup her an ruhuna sayısız elemler de yağdırabilir.
İnsanın kâinattan doğru etkilenip, dolayısıyla doğru şeyler yapma konusunda kâinattan her an destek alması nasıl olacak?
Kişi, eğer İslâmdan habersiz ise, fıtrat ve vicdanının sesini dinleyip kâinatta hiçbir şeyin vazifesiz, başıboş olmadığını fark edip kendisinin de vazifelerinin olması gerektiğini düşündüğünde önüne kapılar açılacaktır.
İslâmdan haberdar birisi ise, zerrelerden, yıldızlara kadar her mahlukatın vazifelerinde çalışmasını fark edecek. Allah’ın emirlerine uymanın ibadet olduğunu ve tüm mahlukatın Allah’ın emirlerine harfiyen uymakla ibadet ettiklerini, mânen Bismillah dediklerini anlayacak. Bunu anlaması için de kendisi Bismillah diyecek.
Bismillah demekle kâinatla tanışma, kâinatla dost olma, girişteki örnekte olduğu gibi kâinattan doğru etkilenme başlayacaktır. Besmele bir anahtara dönüşecektir. “Zerrelerin, hücrelerin, ağaçların, hayvanların, yıldızların her an gayretle çalıştığı dünya evinde ben de onlara uymalıyım, kenarda yalnız başıma kalmamalıyım” diyecektir. Böylece en önemli görevi olan kulluk konusunda, kâinattan muazzam bir yardım ve destek alacaktır.
Bismillah demekle Allah’ı hatırlayan, kâinatın ibadetiyle tanışır. Kâinatın ibadetini ve o yolda gayretle, şevkle çalışmalarını fark ettikçe kendi ibadetini arttırır. İbadetini arttırdıkça, kâinatın ibadet konusundaki titizliliğini (vazifesini yapmadaki ciddiyet ve hassasiyetini) daha fazla hisseder. Namazla, oruçla, zekâtla, hacla tanışır. Böylece sonu Cennet olan nimetlere artan heyecanla kavuşmaya devam eder.
Tüm kâinatın kulluğunu fark etmesi, kendisinin de kulluk vazifelerinin olduğunu hatırlaması ve yapma konusunda gayretinin artması Bismillah demesine bağlı. Bismillah demekle Allah’ı hatırlamayan, kâinatın Bismillah dediğini fark edemez. Her şeyi başıboş, kendi menfaati için çalışan düşmanlar olarak görür. Onlardan yardım alamadığı gibi, sürekli onlardan elem, acı alma şeklinde etkilenir.
Ömrümüzün çok kısa, lüzumlu işlerin çok olduğu dünya hayatında, dünyanın artan cazibesine aldanmayıp, nefse uymayıp aslî işimiz olan ibadete devam edebilmek için her an, hem alırken, hem verirken Bismillah demeye, kâinatın besmelesini fark etmeye ve kainattan yardım almaya çok muhtacız. Ve ‘bir inci’ sözdeki nasihate kulak vermeliyiz:
“Mâdem herşey mânen, ‘Bismillâh’ der, Allah nâmına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi, ‘Bismillâh’ demeliyiz. Allah nâmına vermeliyiz. Allah nâmına almalıyız. Öyle ise, Allah nâmına vermeyen gàfil insanlardan almamalıyız.”
|
Abdulmecid Demirci
10.02.2008
|
|
|
|