Meclis’te bugün başörtüsüyle ilgili “anayasa değişiklik teklifi”nin ikinci tur oylaması yapılacak. Sonra da “başörtüsünü takma şekli”ni belirleyen Yüksek Öğretim Kanunu Ek 17. maddesi, Millî Eğitim Komisyonunda görüşülüp Genel Kurul’da oylanacak…
Anayasanın 10. ve 42. maddelerine yapılan eklemeler, “her türlü kamu hizmetinde yararlanmasında kanun önünde eşitliği” ve “kanunda yazılı olmayan hiçbir sebeple kimsenin yüksek öğrenim hakkından mahrum bırakılmayacağını” te’yid ediyor.
Ne var ki, gerginliğin had safhaya ulaştığı tartışmalarda, başta Başbakan ve hükûmet sözcüleri olmak üzere, kanunu çıkaran her iki parti sözcülerinin tereddütleri düşündürücü…
Keza EK 17’nin “iptal edileceği” sıkıntısı sürüyor. Başbakan’ın şimdiden “Ek-17’de yapılacak değişikliklere açık olduğunu söylemesi”, bunun belirtisi.
Görünen o ki, Anayasa Mahkemesi sözkonusu iki maddedeki değişiklikleri iptal etmezse de, bunun uygulamada bir işe yaramayacağı, “yasadışı yasağı” tepeden emr-i vakiyle dayatılması endişesi sürüyor. Yargı ve rektörlerin “laiklik” eksenli, hukuku altüst edip, değerleri çatıştıran ajite açıklamaları bunun habercisi.
Cumhurbaşkanı Gül’ün Katar yolunda, halkta bir ayrışma yokken, siyasî kesimde ve devlet kurumlarında “keskin bir kamplaşma ve kutuplaşma”dan söz etmesi de bunun ifâdesi…
Ve bütün bunlar, dinî bir vecîbe olan ve hakkında yasaklayıcı hiçbir hüküm bulunmayan başörtüsünün anayasal ve yasal değişikliklerde “serbest bırakılması”nın lüzumsuzluğu kadar, “Ek-17”deki “şekil tanımı”nın da gereksizliğini bir defa daha ortaya çıkarıyor…
* * *
Nitekim Başbakan’ın “çıkışı”yla AKP siyasî iktidarının harekete geçmesi ve MHP’nin “bir cümlelik değişikliğin” üzerine atılmasıyla gelinen noktada, siyasetin de bu hususta hiçbir ciddî hazırlığının olmadığını ve konunun enine boyuna araştırılmadığını ele veriyor.
Bundandır ki, alelacele getirilen öneriler, dinî bir vecîbe olan başörtüsünün, keyfî ve indî yasağın “yasal” ve hatta “anayasal yasak” haline getirilmesi tehlikesiyle karşı karşıya bırakmakta. Yasağı daha da çetrefilli hale getirip kaldırılmasını zorlaştırmakla başağrıtacağının sinyallerini vermekte…
Oysa dinî bir vecîbe olan başörtüsü târifi, “Diyanet’in fetvası”nda. “Yasa maddesi” yerine, devletin dinle ilgili yetkili kurumu olan Diyanet’in Din İşleri Yüksek Kurulu’nun ilgili fetvaları nazara verilebilirdi. Zira Kurul’un 3 Şubat 1993 tarihli “kararı”nın “neticesi”ndeki iki cümle, başörtüsünün hiçbir “anayasal” ve”yasal” düzenlemeye ihtiyacı olmadığını ortaya koyuyor:
“Kadınların, vücudun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik câiz olan erkekler yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile örtmeleri;
“Böşörtülerini, saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, dinimizin, Kitap (Kur’ân), Sünnet (Peygamberimizin örnek yaşayışı ve hadisleri) ve İslâm âlimlerinin ittifakı ile sâbit olan kesin emridir. Müslümanların bu emirlere uymaları dinî bir vecibedir.”
Görülüyor ki, beş yıldır yasağın kaldırılmasını öteleyip oyalayan hükûmetin, anayasal bir devlet kurumu olan Diyanet’in fetvalarını esas almakla yasakçıların tepeden dayatmalarını kaldırması yerine, kanunsuz yasağı kanunla kaldırma teşebbüsü, bir defa daha işi çıkmaza sokuyor.
Gerçekten, Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu’nun bildirdiği gibi, “14 asırdır Müslüman kadınların başını örtmesi dinî bir gereklilik ve tartışılmayacak kadar açık bir veri” ise, hakkında “kanun” çıkarmanın hangi maslahatı kalıyor? Bu durum daha ilk başta tıpkı Başbakanın “siyasî simge” yakıştırması gibi, tamamen bir inanç ve inancını yaşama hakkına yasayla “kayıt” getirilmesinin gereği nedir?
* * *
Gerçek şu ki, olmayan bir yasağa karşı demokratik direnç yerine, ürkek, çekingen, tâvizkâr politikalarla, yasaklar daha da azdırıldı. Çelişkili ve tutuk tutum, AKP hükûmetinin bu konuda yeterli çalışmasının olmadığını ortaya çıkardı. Tıkanıklık bir türlü aşılamadı…
Hükûmetin kararsızlık içindeki zikzakına son bir örnek, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in tezat beyânları. Çok değil, 22 Mayıs 2006’da, “Türban, Türkiye’de yüzde 1.5’luk kesim için sorun; bizim gündemimizde halkın sadece yüzde 1.5’unun gündeminde olan bir konu öncelikli olarak yoktur” diyen Şahin, üç gün önce ise, Adalet Bakanı ve hükûmet sözcüsü olarak (4 Şubat 2008’deki) Bakanlar Kurulu toplantısından sonra, “Kamuoyu yoklamalarında yüzde 80’e yakın halkımız bu sorunun bir şekilde çözülmesini bekliyor” şeklinde konuştu…
Yirmi bir ayda kamuoyunun görüşü nasıl olur da yüzde 1.5’tan yüzde 80’e varır?
AKP’nin bu kırılganlığı, meydanlarda “başörtüsü nâmusumuzdur” deyip, genel ve mahallî seçimlerinde başörtülü milletvekili ve belediye başkanı adayını “yasal yasak var” gerekçesiyle kabul etmeyişiyle başladı.“Başörtüsü meselemiz değildir, Türkiye’de kadınların da birinci sorunu değil” dönüşleriyle devam etti.
Peşinden, başörtülü milletvekili ve belediye başkanı adayı kabul etmemeyi, Anayasa Mahkemesi’nin “gerekçesi”ne dayandırılan “uyduruk” yasağı “yasal yasak” görme yanlışlığına girildi. “Millî Görüş gömleği”ni değiştirdiklerini göstermek ve “mayınlı arazi”den uzak kalmak hesabına…
Peki bir işe yaradı mı?...
09.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|