Nur hizmetinin kerâmeti olur mu?
Aradan yıllar geçti.
Ankara’nın dondurucu bir kış mevsimiydi...
Uzak bir semtte, Etimesgut’ta oturan bir arkadaşın evine akşam nur dersine dâvetliydik. Mahallemizde oturan bir arkadaşla birlikte gitmek için anlaştık. Çocuklar henüz küçüktü. Özel arabamız da yoktu. Dostlara uzaklık engel değildi.
Çocukları kucakladık, düştük yollara. Uzun bir yolculuktan sonra birkaç vasıta aktarma yaparak arkadaşın evine ulaştık.
Ders, çay, bir ders daha...
Güzellikler gece boyu devam etti. Allah için yapılan sohbet koyulaşmıştı. Semâvât ehlinin bize gıpta ettiklerini düşündüm. Bediüzzaman da, “Semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâl’inin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler”1 diyordu.
Zaman ne çabuk geçmişti, farkına bile varamadık. Gelişin bir de dönüşü vardı. Ev sahibinden dolmuş, otobüs saatlerini sorduk.
Dolmuşlar çalışmaz, son otobüs de 23.30’da gelirmiş. Kendimizi son otobüse göre ayarladık.
Çocuklar çoktan uyumuştu. Ev sahibi ile vedalaşıp çocukları kucaklayıp otobüs durağının yolunu tuttuk.
Bir saate baktık, bir yola...
Nihayet belediye otobüsü uzaktan göründü. El kaldırdık, otobüs durdu. Şoför kapıyı açtı, “Garaja gidiyorum. İsterseniz İstanbul yoluna kadar götüreyim” dedi. Başka alternatifimiz yoktu. “Tevekkelnâ alellah” dedik, otobüse bindik. Bizden başka yolcu da yoktu.
Birkaç dakika sonra İstanbul yoluna ulaştık. Şoför “Buradan garaja döneceğim” dedi. Kapıyı açtı. İndik. Yolda eskilerin tâbiriyle “ins, cin yoktu.” Etrafta mesken de görünmüyordu. Karanlık bir yolda kalmıştık. Yürüsek bile oturduğumuz semte sabah namazına varamazdık. O zaman oralar şehir dışı sayılıyordu. Çocuklar kucakta ve uyumaya devam ediyordu. Ne yapabilirdik?
Etrafımıza bakarken karşı yolda şehir merkezinden gelen bir araba göründü. Beklediğimiz kavşaktan geri döndü. Önümüzde durdu. Arabanın içinden birisi “Nereye gideceksiniz?” diye sordu.
“Ankara’ya gideceğiz!” dedik. Doğru ya burası Ankara dışıydı. Biz önce Ankara’ya gidecektik. Sonra da mahallemize...
“Bu saatte buradan araba geçmez. Buyurun, götürelim” dediler. Birbirimize baktık. Sonra arabanın içine baktık, güven duyduk. “Bu da Allah’ın bir lütfudur” dedik. Arabaya bindik. Selâm verdik. Tanıştık.
Gece yarısı bir de seyyar dershanemiz olmuştu. Hem gittik, hem ders yaptık. Bir ara sordum:
“Nerede çalışıyorsunuz?”
“Esenboğa hava alanında çalışıyoruz” dediler.
“İşiniz?” dedim.
“Güvenlik” dediler.
“Bu tarafta ne işiniz var? Sizin iş yeriniz bulunduğumuz yerin tam tersi değil mi? Yolunuzu mu şaşırdınız?” dedim.
“Vardiya saatimize daha vardı. Canımız biraz gezmek istedi. Yolumuz tesadüfen bu tarafa düştü. Bu kadar yeter, dedik. Geri dönüyorduk...”
“Kâinatta tesadüf yoktur. Allah sizi bize göndermiş herhalde.”
“Galiba öyle. Peki siz nerede oturuyorsunuz?”
“Etlik’te.”
“Gecenin bu saatinde burada ne işiniz vardı?”
“Gönül dostlarımızı ziyarete gelmiştik. Belediye otobüsü garaja gittiğinden bizi burada bıraktı.”
Konuşmalarımız devam ederken şehir merkezine girmiştik. Seyyar dershanemizin kaptanı “Evinize götürmek isterdik” dedi. Biz “Etlik dolmuşlarının geçtiği yolda bırakırsanız memnun oluruz” dedik. Kaptanımız saatine bakarak “Özür dileriz, vaktimiz az kalmış. İşe yetişmemiz gerekiyor. Biraz daha zaman olsaydı” dediler. Teşekkür ederek arabadan indik.
Mahallemize geldik sayılır. Artık yürüyebilirdik de. Birkaç cümle konuşmadan dolmuşumuz da geldi. Bindik, evin yolunu tuttuk.
Gecenin bu saatinde yollarda kimler olurdu?
Nurcular veya sar...
Dönüşümüz gidişimiz kadar uzun sürmemişti. Şartlar olumsuzdu, ama netice olumluydu. Neden?..
O gece “hizmetin kerâmeti”ni bir kere daha görmüştük.
Dipnotlar:
1- Barla Lâhikası, s. 144
|