Yokluk karanlıklarından bu aydınlık dünya âlemine gelen ve aklı olan her insan, nereden gelip nereye gittiğini, bu dünyada vazifesinin ne olduğunu ve kimin gönderdiğini kendisine sorar. Hayatı boyunca iyi veya kötü bir çok hâl ve durumlarla karşılaşır.
İşte, bahsi geçen soruların cevabını, iyi ve kötünün ne olduğunu bildirmek için bütün ümmetlere peygamberler tâyin edilmiştir. Kaynağı semâvî vahiy olan kutsal kitaplarda, Allah’ın emrettiği şeylerin iyi, yasak ettiklerinin de kötü olduğu öğretilmiştir.
Mukaddes kitapların en sonuncusu olan Kur’ân-ı Kerîm ve son peygamber Hazret-i Muhammed (asm), hayatın her alanı ile ilgili emir ve yasakları detaylarıyla açıklamış, hayır ve hasenâta teşvikler yaparken, şer ve kötülüklerden kaçınmayı şiddetle emretmiştir. Günahlara karşı takvâ zırhına bürünmeye sevk ederken “Allah katında en makbulünüz, Allah’tan en çok korkanınızdır” ferman etmiştir. Amel-i salihten önce şer ve fenâlıkları def edip uzak kalmayı üstün tutmuştur.
Günah; cezayı gerektiren amel, cürüm, seyyie, hatâ, isyan, Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı hareket olarak târif edilir. Psikoloji ise, iyi veya kötü fiil ve amellerden sonra rûhun aldığı hâldir.
Hazret-i Eyyub’un (as) Kur’ân’da anlatılan kıssasından zamanımız insanlarının alacağı çok dersler vardır. Sabır kahramanı olan o peygamberin zâhirî yara hastalıklarının mukabili, Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, bizim bâtınî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilseydik, o mübârek zâttan daha fazla hastalıklı ve yaralı görünecektik. Çünkü, işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve rûhumuzda dehşetli yaralar açar. İmanın tercümanı olan lisanın rûhânî zevkine dokunup, zikirden ve ibâdetten nefretkârâne uzaklaştırır. Küçük, büyük her bir günah içinde inkâra sürükleyecek bir yol vardır. O günah, istiğfarla çabuk silinmezse, kurt değil, mânevî küçük bir yılan gibi kalbi ısırır. Günahın içinde inkâr tohumu saklıdır. Günaha ısrarla devam eden kişide, alışkanlık hâli başlar. Sonra ona âşık ve tiryâki olur. Dönüşü olmayan bir yola girer. Sonra, o günahın azâbı gerektirmediğini temennî eder. Tövbe etmeyip devam ettikçe, inkâr tohumu yeşillenmeye başlar. Çünkü, inkâr tohumunun harekete geçip yeşillendiği alanlar, günah bataklıklarıdır. Günah işleyen kimse, meleklerin varlığından psikolojik olarak rahatsız olur. Küçük bir emâre bulsa, hemen meleklerin inkârına cüret eder. Cezâyı gerektiren günahlar yüzünden önce Cehennemin olmamasını temennî eder, sonra basit bir emâre bulsa, ona ciddî bir delil gibi sarılarak Cehennemin vücudunu inkâr eder. Yâhut, Allah’ın emrettiği namazı kılmadığı için, ruh dünyasında farkında olmadan Allah’a karşı niçin emretti diye bir düşmanlık hissi uyanır. Küçük bir emâre ile Allah’ı inkâra yeltenir. Böylece, ibâdetten gelen cüz’î bir sıkıntıdan kaçayım derken, inkârdaki milyonlarca sıkıntının içine düşer. “Doğrusu, onların kazandıkları günahlar birike birike kalplerini karartmıştır” âyetinin haber verdiği dehşetli hâle yuvarlanır.
Günahlar, ebedî hayatta dâimî hastalıklardır. Allah’ı bilmeyenin ve âhireti inkâr edenin dünya dolusu belâ başında vardır. Cisminin küçüklüğüne bakılarak, işlediği günahları da küçük zannetmemek lâzımdır. Bâzen bir adam, bir milyon kebâiri bir anda işler. Radyo ve televizyon mârifetiyle inkâra dayalı sözler hem sahibini, hem de dinleyenleri büyük günahlara sokar.
Bu zamanda mü’min olanlar da günahlara karşı kısmen hassasiyetlerini kaybettiler. İşlenen günahları küçük görmemek lâzımdır. Günahlara karşı takvayı esas almak gerektir. Günah işlememeye ve kaçınmaya niyet edilmelidir. Taklidî değil, hakikî bir Allah ve âhiret inancına sahip olunmalıdır. Bin cihetten gelen günahlara şahsî bir dil ile değil, bir cemaatin şahs-ı mânevîsinin ortak dilleriyle duâ ve istiğfarla mukabele edilmelidir.
En kolay günah gıybettir. Gıybet, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi salih amelleri yer bitirir. Câiz olup günahı gerektirmeyen dört durumun dışında gıybetten alabildiğine kaçılmalıdır. Helâller ve haramlar bellidir. Şüpheli olanlardan da mümkün oldukça uzak durulmalıdır.
Belli bir sayıya ulaştığımız zaman kitap hâline getirmeyi plânladığımız seminerler serisinin bu haftaki konuğu olan Ahmet Özdemir, yukarıda özetlemeye çalıştığımız seminerini sunmuş, kültür merkezimiz şenlenirken, katılımcı kalabalık âzamî derecede istifâde etmişti.
06.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|