Son tartışmalar Türkiye’nin ‘düzlüğe’ çıkabilmesi için; daha hür ve daha demokrat olmak gerektiğini bir defa daha gösterdi. Buna ilaveten, ‘önce ekmek’ diyerek bir yere varılamadığı da görüldü.
‘Yasakçı’ların ürettiği korkular, sürekli olarak hür ve demokrat olmanın yolunu tıkadı. Bir hak talep edildiğinde, “Vay, sen de mürtecî mi oldun?” denilerek hak ve adalet isteyenler bu güne kadar susturuldu. Yürürlükteki bazı kanunlar da, hak ve hukuk taleplerini sınırlamak için kullanıldı.
‘Baskı/istibdad’ ile bir yere varılamayacağını görmek için bunca bedel ödemeye gerek var mıydı? Düşüncelerini ifade ettiği için suçlananlar ve mahkûm edilenler, ‘demokrat’ geçinenler için bir bakıma ‘turnusol kâğıdı’ görevini de ifa etmiş oldular. Son günlerde bir meslektaşlarının, sırf ‘konuştuğu’ için mahkûm edilmesine ses çıkarmayıp, ‘başörtüsü yasağını devam ettirmek için’ şaha kalkan akademik kadronun halini düşünün...
Ama bütün bu çelişkilerin, netice itibarıyla hayırlı neticeleri de oluyor. Normal şartlar altında başörtüsü yasağına karşı çıkmayan ya da bunu dile getirmeyen insaf ehli ‘solcu’lar (hatta ‘ateist’ler bile) haksızlığın ayyuka çıkması üzerine başörtüsü yasağına karşı çıktıklarını ilân ettiler. Öyle ki, ikisi de ‘solcu’ olan ‘kardeşler’ bile ‘ihtilâfa’ düştü. ‘Ateist’ olduğunu ilân eden bazı ‘aydın’lar bile yasağın sona ermesini, başörtülü öğrencilerin üniversiteye gidebilmesini savunmaya başladı.
Yasağı savunanların insafsızlıkta haddi aşması, temelde üniversitelerde yaşanan ‘istibdad’ı da gündeme taşımış oldu. Bir öğretim üyesinin ‘dogma’lara karşı çıkmak adına ‘mütedeyyin insanları’ rahatsız edecek şekilde mektup yayınlaması, başka bir öğretim üyesinin ‘Başörtülülere hak ettikleri notu vermeyebiliriz’ anlamına gelecek sözler sarf etmesi, ‘solcu’ları bile çileden çıkardı.
Bu anlamda, çarenin ‘özgürlük’ olduğu, bunun için de önce üniversiteyi özgürleştirmek gerektiği hatırlatıldı. İsmet Berkan, “Önce üniversiteyi özgürleştirsek” başlıklı yazısında şöyle dedi: “Bana soracak olursanız üniversitemizin en önemli sorunu, üniversitenin üniversite olmamasıdır. Orası üniversite değil de bir ‘yükseköğrenim kurumu’ olduğu için, yani bir çeşit yüksek lise olarak görüldüğü için, üstelik de tek merkezden yönetildiği için, sorunlar çözümsüz kalıyor. (...) Bizim 12 Eylül darbe rejiminin eseri olan 2547 sayılı ünlü Yükseköğrenim Kanunu’muzun 4. maddesi aynen şöyle başlar: ‘Yükseköğretimin amacı: a. Öğrencilerini; 1. Atatürk inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı; 2. Türk milletinin millî, ahlâkî, insanî, mânevî ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan; 3. Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu; 4. Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren; 5. Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı...’
“Görüyor musunuz, yasamız yükseköğretimin amacını anlatırken ‘bilim’ kelimesine, ‘hür düşünce’ye ancak beşinci bende geldiğinde yer bulabilmiş. (...) ‘Atatürk inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı’ öğrenci yetiştirme amacı üniversitenin amacı olabilir mi? Atatürk’ü eleştirmeye yeltenen profesörün hapis cezasına çarptırıldığı bir ülkede başka ‘dogma’ aramaya gerek var mıdır? (...) Orası üniversite mi, beyin yıkama, faydalı vatandaşlar yetiştirme merkezi mi?” (Radikal, 5 Şubat 2008)
Tartışmalar şunu gösteriyor: Yasakçılar kendi kazdıkları kuyuya düşecek inşallah.
06.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|