Şahit olduğumuz garipliklerin biri bitmeden diğeri başlıyor. Geçmişte de şahit olunduğu üzere, artık cezaevlerinde yer kalmamış ve bazılarında, ‘ikili ranza’dan ‘üçlü ranza’ya geçiliyormuş. Ülkemizde, doğrudan ifade edilmese de, cezaevlerinde ‘yer kalmadığı için’ af çıktığı bile olmuştur. Nitekim, ‘Rahşan affı’ olarak tarihteki yerini alan uygulama sonrasında da bu konu tartışılmıştı.
Gazetelerde yer alan haberlere göre, suç işleme oranlarının her geçen gün artması sebebiyle cezaevleri dolmuş durumda. Kırmızı alarm veren cezaevlerinin başında Bayrampaşa Cezaevi geliyormuş. Bayrampaşa Cezaevi, kapasitesinin 4 katı mahkûm barındırıyormuş.
İlgili haberde şöyle denilmiş: “Türkiye de bulunan 458 ceza ve infaz kurumunun toplam mahkûm kapasitesi 78 bin 318 kişiyle sınırlı. Ancak, 2007’nin Aralık ayı rakamlarına göre cezaevlerinde toplam 90 bin hükümlü ve tutuklunun kaldığı öğrenildi.” (Hürriyet, 31 Ocak 2008)
“Türkiye’yi idare eden”ler başka konularla meşguller, ama haberler doğru ise hapishanelerin durumu içler acısı. En büyük yanlış da, bu ciddî problemi ‘daha büyük cezaevleri yaparak’ aşmaya çalışmak. Elbette daha büyük ve ‘modern’ cezaevlerine ihtiyaç duyulabilir. Ama asıl önemli olan, suç işleme nisbetini düşürmek değil midir?
Geçen aylarda cezaevine düşen ve yakınlarda tahliye olan bir san’atçı, cezaevlerinin çok kötü durumda olduğunu ifade etmişti. Elbette, ‘cezaevleri’nin kendisine has şartları olur, ama orada da ‘insan onuru’na uygun bir sistem olmalı.
Cezaevlerinin doluluk oranı, Türkiye’nin rahat olmadığı anlamına da gelir. Bu sebeple, adalet sisteminin sorumluluğu daha fazla. Hem hukukî hatalar yapılmamalı, hem de adalet vaktinde tecellî etmeli.
Aslında cezaevlerinin içinde bulunduğu durum, başlı başına bir ‘tez’ konusu olarak işlenmeli. Mutlaka istatistikî rakamlar vardır, ama o rakamların tahlil edilmesi de gerekir. Daha çok kimler suç işliyor? Suç işleme nisbetinin artmasının sebebi nedir? Bu suçlara karşı etkili mücadele nasıl yapılabilir?
Bu ve benzeri soruların uzmanlarca sorulması ve sonuçlarının tahlil edilmesi Türkiye’nin geleceği açısından da çok önemlidir.
Hepsinden daha önemli soru da şudur: ‘Suç toplumu olma tehlikesi’nden nasıl kurtulabiliriz? ‘Yasak’ları savunarak bu ‘belâ’dan kurtulabilir miyiz? Yoksa, hür, demokrat ve âdil bir hukuk sistemi kurarak mı bu ‘bataklık’tan kurtulabiliriz?
Kanunsuz başörtüsü yasağının kaldırılması çalışmalarına karşı ‘şaha kalkan’ kişi ve kurumlar, acaba cezaevlerinin içinde bulunduğu durumla ilgili olarak da bir açıklama, çare, tedbir sunabilirler mi? Yoksa onların gündemleri böyle konularla ilgilenmeyecek kadar yoğun mudur?
Türkiye’yi içten tahrip ve çökertmek bu olsa gerek.
02.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|