Avrupa Birliği üyeliği yolundaki adımların yavaşladığı herkesin malûmu. Türkiye, üyelik için gerekli olan 'kriter'leri yerine getirme noktasında kararlı olması gerekirken, aksine çok yavaş hareket ediyor. Yerli yabancı bütün uzmanlar, kararlı olmamız gerektiği noktasında yöneticileri ikaz ederken, "idareciler"imiz bu ikazlara pek de kulak asmıyorlar.
Türkiye ile yeni katılım ortaklığı belgesi taslağını onaylayan AB Daimî Temsilciler Komitesi (COREPER), müzakerelerin hedefinin 'tam üyelik' olduğunu belirtmiş ve ülkemizden; öncelikle, "sivil-asker ilişkilerini AB standartlarıyla uyumlu hale getirmesini, ordu ve savunma politikası üzerinde TBMM'nin eksiksiz gözetim yapabilmesinin sağlanması"nı istemiş. (AA, 25 Ocak 2008)
AB'nin üyelik için ortaya koyduğu başka 'kriterler' de var, ama işin özünde hürriyet ve kesintisiz, müdahalesiz demokrasi talebi var. Son günlerdeki 'çete' haberleri bile; Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olmasının önemini hatırlatıyor. Ülkemizde sıklıkla karşılaşılan 'çete'leşmelerin, AB üyesi ülkelerde çok az olması ya da neredeyse hiç olmaması sadece bir tesadüf müdür?
Türkiye'yi idare edenlerin yanlışı şurada: Hem, "Ülkemizi muasır medeniyet seviyesine ulaştıracağız, tam ve hür bir demokrasi kuracağız" diyorlar, hem de bunun için gerekli olan adımları atıp, kararları almıyorlar. "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" dedirten bu davranışlar, elbette AB yöneticilerinin dikkatinden kaçmıyor. Onlar da her imkân ve fırsatta, unutturulmaya çalışılan 'kriter'leri hatırlatıyorlar.
Sakın, bu 'kriter'leri sadece AB üyesi ülkelerin yöneticilerinin hatırlattığı düşünülmesin. Kendi 'uzman'larınız da, farklı ifadelerle de olsa aynı şeyleri hatırlatıyorlar. Meselâ, son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türkiye'yi temsil etmek üzere seçilen 'yargıç' Prof. Dr. Işıl Karakaş, acı gerçekleri hatırlattı.
"Türkiye'nin işkence ile anılması utanç verici" diyen Prof. Karakaş şöyle demiş: "Hukuk sadece bir yasa metni demek değildir. Hukuk, yaşayan bir şeydir ve yaşadıkça sorunları çıkıyor, yeni yorumlara adapte oluyor. Yargı bu nedenle çok önemli. Her zaman yargı organı bu rolü çok iyi bilmeli ve ona göre yorumlamalı. Uluslararası belgeleri Türk yargısı çok az kullanıyor." (Sabah, 26 Ocak 2008)
Prof. Karakaş'ın "Uluslararası belgeleri Türk yargısı çok az kullanıyor" şeklindeki beyanı bir bakıma 'şifre.' Çünkü, Türkiye'de karara bağlanan ve AİHM nezdinde itiraz edilen dâvâların çok olması biraz da bu sebepten kaynaklanıyor. Türk yargısı, uluslararası 'belge'leri daha fazla kullansa, belki de çok sayıda dâvâ farklı şekilde neticelenecek ve millet itiraz için AİHM'e gitmeyecek.
Yeni AİHM 'yargıcı'mız Karakaş, şu çelişkiye de dikkat çekiyor: "Birçok yasa değişti, değişmesi gereken daha pek çok yasa da var, ama bunların yanında değişmiş olmasına rağmen uygulamadan kaynaklanan sorunların yaşanması. Meselâ 301 meselesinde kaç tane farklı yorum var. Bir mahkeme beraat verirken, diğeri cezalandırıyor, Yargıtay uygun buluyor. (...) Buna izin vermemek lâzım. Demek ki yasalarda böyle subjektif değerlendirmelere izin verilecek ifadelerin 301'deki gibi olmaması lâzım." (agg.)
Akıl için yol bir: Türkiye, gerek 'çete'lerden kurtulmak için ve gerekse AİHM'de ceza ödemekten kurtulmak istiyorsa, AB Kriterlerini yerine getirecek. Başka yolu yok.
27.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|