"Tevhid, ittifak, ittihad, tesânüd" sosyal hayatımızın temel mefhumlarındandır. İttihad-ı İslâm, Müslümanların birliği, beraberliği demektir. Beraberliğin temeli, Tevhid-i İlâhî ve imandır. Zira, tevhid-i hakikî, gönül birliğini ister.
Müslümanların ittihadının âdetten değil, ibâdet olduğu içtihadını yapan Bediüzzaman; ihfa ve havfın (gizleme ve korkmanın da) riyâdan olduğuna işaret eder: "Farzda riyâ yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad-ı İslâmdır."1
Onun en büyük içtimâî hedeflerinden birisi (imanın gereği olan) ittihad-ı İslâmdır. O, ittihadın unsurlarını, yollarını, sebeplerini, esaslarını, prensiplerini, üslûbunu teferruâtıyla Risâle-i Nur'da ortaya koyar. Dolayısıyla ittihad-ı İslâmı temin etme vazifesi Nur talebelerinindir. Çünkü;
Bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat (siyâsî, içtimâî, iktisâdî, idârî baskılar) karşısında ve savletli (saldırgan) bid'alar, dalâletler (sapıtmışlıklar) içerisinde, bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur'âniye (ve ittihad-ı İslâm) omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş.2
Şu halde Nur talebeleri, bu ittihadın esaslarını yaşayarak, fiilen göstermek mecburiyetinde. Zira, bu hizmet onlara tevdî edilmiş. Kendileri birlik ve beraberliği temin edemezlerse, ittihad-ı İslâm iddiâları havada kalmaz mı; boş iddiâ olmaz mı?
Söylediğini fiilen de yaşayan Bediüzzaman, şöyle der: "Ben, derse, terbiyeye ve nefsimi ıslâha muhtacım."3 "Birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü, ben nefsimi herkesten ziyâde nasihate muhtaç görüyorum. Nefsime demiştim. Nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin."4
Daima nefsini muhatap aldığından ittihad-ı İslâm konusunda da elbette onu dinleyip nefsimizi muhatap almalıyız.
"Ben ittihad-ı İslâmın gereklerini yerine getiriyorum, başkaları kaçınıyor!" iddiâsı, nefsini muhatap almadığının bir göstergesi mi? O halde, şu tesbitlerine de kulak vermeli:
"İnsan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever; başka her şeyi nefsine fedâ eder. Mabuda lâyık bir tarzda nefsini metheder; mabuda lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrie eder. (Ayıplardan arındırıp temize çıkarır). Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında, şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî edilen ve Ma'bud-u Hakikinin hamd ve tesbihi için ona verilen cihazât ve istidadı kendi nefsine sarf eder. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir. Kendini unutmuş, kendinden haberi yok; mevti düşünse, başkasına verir; fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzûzât makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezâsıdır."5
Bu perspektiflerden baktığımızda, acaba göz göre göre, bile bile "Bu zamanın en büyük farz vazîfesi, ittihad-ı İslâm"ı çiğniyor muyuz?
Dipnotlar:
1- Hutbe-i Şamiye, s. 94.; 2- Lem'alar, s. 164.; 3- Sözler, s. 714.; 4- Sözler, s. 11.; 5-Sözler, s. 439.
26.01.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|