Müslüman Türklere yönelik yıldırma politikasını şiddetlendiren sömürgeci İngiliz kuvvetleri, Kıbrıs'ta katliâm yaptı. (28 Ocak 1958)
Miting alanındaki topluluğa yapılan silâhlı ve kamyonlu saldırılar neticesinde 7 kişi şehit olurken, yüzlerce kişi de yaralandı.
27/28 Ocak günlerinde yapılan ve binlerce Kıbrıs'lı Türk'ün katıldığı mitingin baş sloganı, "Ya taksim, ya ölüm"dü.
1878'den beri adayı elinde tutan İngiliz Sömürge Yönetimi ise, Müslüman Türk'ün bu şanlı direnişini ölüm kusarak kırmaya çalıştı.
Gözü dönmüş İngiliz askerleri, bir yandan halkın üzerine yaylım ateşi açarken, bir yandan da kalabalığın üzerine kamyon yürütülerek, ortalığı kan deryasına çevirdi.
Yedi kişinin şehit düşmesi ve yüzlerce insanımızın da yaralanmasıyla neticelenen bu kanlı vahşet, TBMM tarafından şiddetle kınandı ve bu mânâda İngiltere hakkında bir kınama kararı aldı. (31 Ocak 1958)
Meclis'in almış olduğu bu kararla, 70 senedir sömürge altında ezik ve elim bir hayat yaşayan Kıbrıs'lı Türkler'e esasında ilk sahip çıkılmış olunuyordu.
Zira, 1878'de idaresi büyük ölçüde elden çıkmış bulunan Kıbrıs, 1923'teki Lozan görüşmeleri esnasında tümüyle kaybedilmiş bir vaziyetteydi.
Özellikle tek parti hükümetleri, burayı adeta gözden çıkarmış ve adadaki Müslüman halkı sahipsiz bırakmıştı. Tıpkı Musul, Kerkük ve Ege Adalarında olduğu gibi...
Dönem dönem şiddetlenen baskılar karşısında tahammül gücü biten Türkler'in bir kısmı, ne yazık ki adayı terk ile başka ülkelere hicret etmek zorunda kaldı.
Bu sebeple de, adadaki Türk nüfusu azalmaya başladı. Demografik denge, daha evvel lehimizde iken, böylelikle aleyhimize döndü.
Bu son derece vahim olan sahipsizlik ve terk edilmiş durumu karşısında, kendi yağıyla kavrulan ve başının çaresine bakmaya yönelen adadaki Türk halkı bakiyesi, özellikle 1930 yılından itibaren iradesini hissettirmeye başladı.
Bu açıdan bakıldığında, 5 Ekim 1930'da yapılan Kavanin Meclisi seçimleri, adeta bir dönüm noktası oldu.
Müslüman Türkler, Rumlar'ın mağrurane tahakkümü ve İngilizler'in zalimane baskılarına rağmen, kendi üyelerini seçtirip Meclis'e sokmayı başardılar.
Yapılan bu tarz seçimleri fırsat bilerek, varlıklarını hissettirmeye yönelen Türk halkının ümidi günden güne artmaya ve kendine olan güveni daha da kuvvet bulmaya başladı.
Bu gelişme, hiç şüphesiz Rumlar kadar İngilizler'i de rahatsız ediyordu. Onlar, bunca senedir adadaki Müslüman halkını yıldırdıklarını, dolayısıyla tüketme noktasına getirdiklerini zannediyorlardı.
Neticenin umdukları gibi olmadığını görünce, adeta çılgına döndüler ve baskıcı politikalarını daha da şiddetlendirmeye yöneldiler.
Ancak, onları bu tarz politikaları aksi sonuçlar veriyor ve Müslüman Türk'ün mukavemeti daha da güç kazanıyordu.
EOKA'ya karşı TMT
Kıbrıs'lı Türkler, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin 1950'ye kadar süregelen sahipsizliği ve lâkaytlığına rağmen, adadaki sömürgeci ve baskıcı politikalar karşısında, kendi içinde ufak ufak gruplar halinde "mukavemet teşkilâtları" vücuda getirerek mücadelesine devam etti.
1950'den sonra ise, adadaki Türkleri imha maksadıyla kurulan Rum EOKA terör (tedhiş) örgütü, bir çok yerde saldırmaya ve mâsum kanı dökmeye başladı.
Şiddetin had safhaya varması üzerine ise, Türkiye hükümetinin de el altında sağladığı destek sayesinde, 1957'de TMT (Türk Mukavemet Teşkilâtı) kuruldu. Bu teşkilât, kısa zamanda dağınık vaziyetteki grupları bünyesinde toplamaya muvaffak oldu.
EOKA'nın nihaî hedefi, Kıbrıs'ı bütünüyle Yunanistan'a (Enosis) bağlamaktı. Dolayısıyla, bu hedefe yönelik herşeyi mübah saymakta ve her türlü mel'aneti yapmaktan çekinmemekteydi.
Buna rağmen, adadaki İngiliz Sömürge Yönetimi, Rumlar'dan çok Türkler'den rahatsızlık duymakta ve her bahaneyle onları ezmeye çalışmaktaydı.
Türk halkı ise, bu halde yaşamaktansa, ölümü tercih ettiğini çeşitli vesilelerle deklâre etmeye başladı.
İşte, 27/28 Ocak 1958 günlerinde yapılan geniş katılımlı yürüyüş ve mitingler de, bu maksada mâtuf olarak tertip edildi.
Rumlar'ın da kışkırtmasıyla gösteriye müdahale eden İngiliz askerleri, bu hür şahlanışa mâni olamayacaklarını ve yükselen heyecanı kıramayacaklarını anlayınca, hiç çekinmeden kan dökmeye başladılar. Kalabalığın üzerine doğru ateş ettiler. Bununla da kalmayıp, kamyonlarla kalabalığın arasına daldılar.
Telefat büyük, manzara dehşet vericiydi. Yüzlerce insan kan-revân içinde kalmış, ortalık can pazarına dönmüştü.
Kıbrıs'taki Türk halkı bu vahşeti unutmadı; her yıldönümünde şehitleri için tören ve anma programları düzenliyor.
Bu tarih, varlığını ispata yönelmiş bulunan Müslüman Türk halkı için yeni bir dönüm noktası oldu.
Türkiye'de iki sene sonra darbe yapılmasa ve Kıbrıs meselesi diplomaside ustalıkla ve ciddiyet içinde sürdürülmeye azmedilseydi, şüphesiz bugün gelinen nokta çok daha farklı olurdu.
Garantörlük hakkı
Kıbrıs'taki vahim gelişmeleri ciddiyetle takip eden Menderes hükümeti, İngiltere'ye nota vermekle de kalmaz, "Kıbrıs dâvâsı"nı uluslararası platformlara taşır ve neticede ada üzerinde Türkiye'nin "garantörlük hakkı"nı elde eder. (Menderes'in bindiği uçağın düştüğü hadiseyi hatırlayın. İngiltere'ye yapılan o seyahat, Kıbrıs meselesi için yapılmıştı.)
Halen de, uluslararası platformlarda Türkiye'nin Kıbrıs meselesindeki en büyük hukukî dayanağı, işte 1959'da elde edilen bu garantörlük hakkıdır.
28.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|