Yasadışı başörtüsü yasağını yasayla kaldırma yanlışının sarpa sarıp tıkanacağı baştan beri belli idi. Ne var ki, Yeni Asya'nın öteden beri konuda yaptığı ikazları dinlemeyip "popülist çözümler"e siyasî iktidar, sürüklendiği çıkmazla aynı noktaya gelmiş bulunmakta..
Bilindiği gibi, Başbakan'ın İspanya dönüşü, "yasak bir cümle ile çözülür" ifâdesinden sonra bir araya gelen iktidar partisi AKP ile MHP, geçen hafta içinde Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde değişiklik yapılması hususunda mutâbakata varmışlardı.
Ancak, AKP'nin yeni anayasa taslağını hazırlama "bilim kurulu" başkanının Prof. Ergun Özbudun'un, anayasa değişikliğindeki "kılık-kıyafet" ifâdesi için "kayıt konmazsa yarın burkayla, Nazi üniformasıyla ve hatta mayoyla üniversiteye girerler" uyarısı üzerine, hafta sonu yapılacak toplantı, "teknik nedenlerle" düne ertelenmişti. Dün iki parti arasıda yapılan görüşmelerin nasıl sonuçlandığı, bu satırların yazıldığı sırada henüz netleşmemişti.
Her iki partinin değişiklik yapmaya uzlaştıkları Anayasanın 10. maddesi, "kanun önünde eşitliği" esas alıyor. 42. madde ise "eğitim ve öğretim hakkı"nı düzenliyor. Fakat toplumun büyük bir kesiminin karşı olduğu yasağın, anayasada yapılacak değişikliklerle ve yasayla kaldırılması halinde, öncelikle temelde yasak olmayan "tesettür" ve "başörtüsü"nün "üniversiteler"in dışında her yerde ve hâlâ ne idüğü belli olmayan "kamusal alan"da yasaklanabileceği belirtiliyor.
Lâkin daha sonra her iki parti çevresinde, hakkında hiçbir yasaklayıcı kanun bulunmayan kılık kıyafetin anayasa veya yasayla serbest bırakılmasının, yasağı daha da yaygınlaştırıp derinleştireceği kanaati, gittikçe iktidar çevrelerinde de dile getirilmekte.
* * *
Zira gâyet açık ki yasak olmayan kılık ve kıyafetin "anayasa maddesi" haline getirilmesi, öncelikle Türkiye'de kılık kıyafetin yasayla sınırlanması bâdiresinin önünü açar. Yeniden bazı yargı organlarının, üniversitelerin "laiklik" benzerî bahanelerle "yasaklatılması"na zemin hazırlar.
Dahası Cumhuriyetin başından bu yana, erkek memurlar ve müstahdemler için getirilen "şapka iktisaı kanunu" kanunundan başka hiçbir yasal düzenlemenin olmadığı kadınların kılık ve kıyafetini "yasal sınırlar"ın içine sokar. Tıpkı anayasaya aykırı olarak Anayasa Mahkemesi'nin yüksek öğretimde kılık ve kıyafeti serbest bıraktıran "Yüksek Öğretim Kanunu Ek-17. Maddesi"nin gerekçesindeki "çağdışı kıyafet" tanımlarına benzer bahanelerle, yasağın yeniden ihdasına fırsat verdirir.
Keza Prof. Özbudun'un önerdiği, "kamu düzeni, inkılap kanunları, genel ahlâk' gibi başkalarının hürriyetini ihlâl etmemek şartı gibi sınırlamaların konması" da yasakçıların oyununa gelmek olur. Böyle bir ekleme, Türkiye'de yıllardır yapılan işgüzarlıkla yasağın tekrar azdırılması ve yaygınlaştırılmasına âlet edilebileceği tehlikesini beraberinde getirir.
En vâhimi, tepeden dayatılan yasağın, "sâdece üniversitelerde serbest bırakılması"nı hedefleyen "anayasa ya da yasa maddesi", yasakçılar tarafından yeni yeni yakıştırmalarla "yasal dayanak" edilir.
Sahi, başörtüsünü yasaklayan hiçbir yasa olmadığı halde, hukuku çiğneyerek ve kanunları tersyüz ederek, "Anayasa Mahkemesi"nin gerekçesiyle çıkarılan "yönetmelik ve tâlimatlar"la yasağı dayatanların, yarın başörtüsünü ve tesettürü "kamu düzeni"ne, "inkılap kanunları"na aykırı görüp yasaklamayacakları ne mâlum?
Kaldı ki bütün bunlar olmazsa bile "hizmet alanlar ve hizmet verenler" ayırımı, yasağı yasa ile hele anayasa ile düzenlemek olur ki, daha baştan kamu hizmeti verenlere uygulanan yasağı yasallaştırır ve yasağın artık kalkmayacağını "garanti" altına aldırır.
Anayasa Mahkemesi veya Danıştay benzerî mercilerin sokuşturacağı mevzuatlarla özel sektörde bile başörtüsüyle birçok mesleğin yapılmasına engel olarak istimal edilmesine zemin hazırlar.
* * *
Görünen o ki AKP ile MHP anlaşıp sözkonusu maddeleri düzenleseler bile meseleyi çözmüyor. Aksine, yasağı yasallaştırmakla daha da tahkim ediyor, yeni yasak alanlarını oluşturulmasına sebebiyet verdiriyor. Yasakçıların bahanelerine kapıları açıyor; çözümü daha da ağırlaştırıyor, zorlaştırıyor; yasağın kapsamını genişletip, yaygınlaştırıyor.
Üniversitelerde serbest olsa bile (ki bu da şüpheli), ortaöğretimdeki ve "kamusal alan" dedikleri kamuda hizmet verenlere teşmil ettiriyor.
Bu bakımdan en iyisi bu tür muhataralı yoldan vazgeçmektir. Çünkü yasadışı başörtüsü yasağı için yasa değil, demokratik direnç ve irâde gereklidir. Gelinen noktada Millî Eğitim eski bakanlarından Mehmet Sağlam'ın dediği gibi, millet irâdesinin temsilcisi TBMM ve hükûmet, YÖK ve rektörlere yasadışı yasağı uygulatmasın, yeter.
Başbakan, başörtüsü mağdurlarına telefonla teselliyle geçiştireceğine, milletin verdiği yetkinin yasakçılar üzerinde irâde ve etkide bulunmalı; kanunsuz keyfî yasağı uygulatmamalıdır.
Cumhurbaşkanı, referanduma gideceğine, YÖK ve rektörlerin yasadışı dayatmalarına son verdirmeli, millet irâdesinin gereğini yapmalarını sağlamalıdır. Demokratikleşme ve özgürlükler çerçevesinde insan hak ve hürriyetlerini esas alan AB müktesebatını edinen Türkiye'nin yapacağı budur.
Yoksa beylik lâflarla, popülist nutuklarla yasaklar kalkmaz. Demokrat Parti'nin çeyrek asırlık "ezân yasağı"nı kaldırıp ezânı aslına çevirmesi, inanç ve mânevî değerlere, din eğitim ve öğretimine verdiği hizmetler gibi, demokratik direnç ve irâde ile yasaklar kaldırılır.
Başka da çözümü yok; yoksa yasakları daha da azdırır.
Bizden hatırlatması.
29.01.2008
E-Posta:
[email protected]
|