Neredeyse her gün bir yangın haberiyle karşı karşıya kalıyoruz. Almanya’nın Ludwigshafen şehrinde yaşanan ve dokuz kardeşimizin vefat ettiği yangından sonra, yine Almanya’da, bu sefer Heme şehrinde bir yangın daha yaşandı. Bu da yetmiyormuş gibi, geçen gün Hırvatistan açıklarında bir Ro-Ro gemimiz de yangın çıktı. Çok şükür, son iki yangında ölen olmadı. Fakat bir çok kardeşimiz yaralandı ve ağır maddî hasar meydana geldi.
Allah kimsenin başına vermesin, yangın hem karada, hem de denizde çok tehlikelidir ve onarımı mümkün olmayan ağır hasarlar bırakır. Sadece maddî değil manevî yaralar açar. Denizdeki yangın daha berbattır. Bu felâketin ne derece büyük olduğunu, yaşamış olduğum iki olayla anlatmaya çalışayım.
İkinci kaptan olarak bir gemide çalışırken, çok değerli bir süvarim vardı. Rizeliydi ve çok iyi yabancı dil konuşurdu. Benim gibi, Bahriyeden emekli olduktan sonra ticaret gemilerinde çalışmaya başlamış, o zamanlarda çok az sayıdaki gemilerimizden birine kaptan olmuştu.
Yaz aylarından birinde, Akdeniz’de sefere çıkmışlardı. Fakat gemi makinesi arıza yapmış, İtalya kıyılarında demirlemek zorunda kalmışlardı.
Onarımlar devam ederken, bir felâket yaşadılar. Makine infilâk etmiş Başmühendis dâhil olmak üzere, birkaç gemici vefat etmişti. Felâketler ardı ardına geliyordu. İnfilâktan sonra gemide yangın çıkmış, gemiyi terk etmek zorunda kalmışlardı. Gemide bulunan gemici aileleri de çok zor durumda kalmışlardı.
Bir kaptan için en zor şeylerden birisi, gemisini terk etmektir. Hatta, bazı kaptanların ölmek pahasına da olsa gemilerini terk etmediği görülmüştür. Almanların meşhur gemisi Graf von Spee ve komutanı, Güney Amerika’da açıkta bekleyen İngiliz gemilerine esir olmamak için intihar etmişlerdir. Askerlerini sahilde bıraktıktan sonra, açıkta sulara gömülen bu gemi, kaptanı ile beraber Atlas Okyanusuna gömülen gemilerden sadece bir tanesidir. Her ne ise…
Benim süvarim, yaşamış olduğu bu yangından çok etkilenmişti. Hiç umulmadık bir anda aniden sinirlenebiliyor, çevresindeki insanları incitebiliyordu.
Bir gün, bana yaşamış olduğu bu yangını anlatarak, bazen istemeden de olsa agresif davrandığını ve kusuruna bakılmaması gerektiğini söyledi.
Gerçekten de büyük bir travma yaşamıştı. Bırakın gemisini, birkaç gemicisini dahi kaybetmişti. Hâlbuki kendisinin yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kader hükmünü icra etmiş, müessif bir olay başına gelmişti.
Yıllar sonra, onun yaşadığı sıkıntının bir benzerini, bu sefer ben yaşamıştım. Allah’a çok şükür, benim ne bir gemicim, ne de gemim kaybedilmişti. Lâkin çok zor birkaç gün geçirmiştim.
Ukrayna’ya gidiyorduk ve gecenin yarısıydı. Gemiciler panik halinde beni uyandırdılar. Makine dairesinde yangın çıkmıştı.
Makine yangını, gemide olabilecek en büyük felâketlerden bir tanesidir. Geminiz hareketten sakıt kaldığı gibi, her an yakıt tutuşabilir, can kayıpları yaşanabilirdi.
Gemilerde sabit karbondioksit sistemi bulunur. Gerekli kapakları kapatıp, makine dairesini boşalttıktan sonra, derhal bu sistemi çalıştırmalarını söyledim. Kısa bir süre sonra yangın gaz ile boğularak söndürülmüştü.
Gemimizi ve gemicilerimizi kurtarmıştık, lâkin deniz ortasında şamandıra gibi kalmıştık. Gemimiz, batıya doğru, akıntı ile birlikte sürükleniyordu. Demirleyecek bir derinliğe gelince, hemen demirledim ve telsiz ile şirketimi aradım. Onlar da şok olmuşlardı. Fakat bana her türlü desteği sağlayacaklarını ve endişe etmememi söylediler.
Yangının yaralarını sarmaya başladık. Yardımcı cihazları onarmıştık, lâkin makinemiz hasarlıydı ve yedek parça gelmeden çalışamazdı.
İhtiyaç duyduğum malzemeler tedarik edildiği takdirde makineyi çalıştırabileceğimi şirketime ilettim. Romanya’dan talep ettiğim malzemeler gönderilecekti. Akıntı hâlâ lehimizeydi ve gemimizi Romanya’nın Sulina sahillerine doğru sürüklüyordu.
Demir alarak sahile doğru sürüklenmeye başladık ve uygun bir yere tekrar demirledim. İki gün sonra da yedek parçalar geldi. Onarımımızı yaptık ve uzun uğraşlardan sonra makinemizi çalıştırmayı başardık.
Şirkete, geminin yükü yükleyerek seferi tamamlayabileceğini söyledim. Zira, hâlâ “laycan” adını verdiğimiz yükleme tarihini kaçırmamıştık. Armatör inanamamıştı, ama sefere devam edebileceğimizi söyledi. Nikolayev’e varmış, yükümüzü yükledikten sonra İzmir’e tahliye etmeyi başarmıştık. Gayretlerimizden dolayı bir teşekkür yazısı almıştık, lâkin daha güzel olanı personelimle beraber sağ salim limana ulaşmıştık. Benim için en önemli konu buydu.
Cenâb-ı Allah’ın inayetini bizzat görmüş, halimize şükretmiştik. Ama yangın felâketleri, her zaman bu şekilde mutlu sonla bitmiyordu. Yukarıda anlattığım gibi, çoğunlukla kötü bir şekilde sona eriyordu.
Denizcilerin, Allah’ın varlık ve birliğine olan imanı her zaman çok güçlüdür. Sadece fırtınalar değil, kâinatta cereyan eden her türlü olayın Allah’ın izni ve iradesiyle olduğunu bilirler. Evet, onun izni olmazsa yaprak bile kımıldamaz. Sonsuz kudret sahibi olan Rabbimize şükreder, bütün inananları görünür-görünmez bütün kazalardan korumasını niyaz ederiz…
09.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|