Ne savaş, ne kanlı terör olayları, ne yaygın AIDS hastalığı, ne kokain, eroin, alkol bağımlılığı, ne yangın felâketi, trafik kazası fâciaları, ne cinayet, ne intihar olayları, evet bunların hiçbiri bugün dünyayı istilâ eden "nikotin belâsı" kadar muzır ve tehlike arzeden bir durumda değil.
Nikotin ihtiva eden tütün ve tütün ürünleri, dünya sağlığını tehdit eden bir numaralı tehlike olduğunun bir örneği şudur: Aşırı nikotin kullanımı sebebiyle, sadece Amerika Birleşik Devletlerinde yılda 350 bin kişi ölmekte, 22 milyar dolarlık sağlık harcaması yapılmakta ve 43 milyar dolarlık işgücü kaybı yaşanmaktadır.
Bu tablo, aynı zamanda şu demektir: Sigaradan ölenler, AIDS, kokain, eroin, alkol, yangın, trafik kazası, cinayet ve intihar sebebiyle ölenlerin toplamından daha fazladır.
* * *
Yukarıdaki Amerika örneğini yabana, uzağa atarak kendimizi hiç aldatmayalım.
Zira Türkiye, bu küresel terörün tehdidi altındaki ülkeler sıralamasında, ne yazık ki "ilk on"un içinde yer almaktadır.
Gazetemizin bugünkü haber sayfasında konuyla ilgili detaylı bilgileri okumuş olmalısınız. Özeti şudur: Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) yayınladığı son raporda, 20. yüzyılda 100 milyon insanın "sigara salgını" yüzünden öldüğü, şayet tedbir alınmazsa bu sayının 21. yüzyılda 1 milyara çıkabileceği belirtiliyor. Bu örgütün ilk kez yayınladığı "Küresel Sigara Salgını–2008" adlı raporunda ise, Türkiye'nin dünyada sigaranın en fazla tüketildiği 10 ülke arasına girdiği açıkça ifade ediliyor.
Bu umumî belâya, uzun zamandan beri hemen her vesileyle temas ediyor ve insanımızın dikkatini çekmeye çalışıyoruz.
Sigaranın, nikotinin her yönüyle zararlı olduğunu aslında içenler de biliyor. Ancak, bırakma ve bu meretten vazgeçme iradesini gösteremiyorlar. Nikotin tiryakiliği, elbette kolay, basit bir mesele değil.
Ama, artık "küresel terör"e dönüşen bu nikotin belâsı, tiryakilik sınırlarını çoktan aştı, hatta şahsî bağımlılık duvarını da yıkarak, insanlığın, hatta bütün canlıların hukukuna tecâvüz raddesine kadar gelip dayandı.
Sigaranın yol açtığı hastalıklar sebebiyle hastahanelere düşenler, sâir hastaların ilâç, doktor ve tedâvi hizmetlerine de büyük ölçüde sekte vuruyor.
Yani, nikotin sebepli hastalıklarla uğraşmaktan, diğerlerine bakmaya ne imkân kalıyor, ne de fırsat.
Hâsılı, sigara tüketimi ziyadeleştiği ölçüde, hayat topyekûn tüketilmiş oluyor.
GÜNÜN TARİHİ 9 Şubat 720
Bir âdil Ömer ki, Emevî saltanatına bedel
Emevîlerin 8. Halife Sultanı Ömer bin Abdulaziz, henüz 41 yaşında iken kölesi tarafından zehirlenerek şehîd edildi.
Adâlet ve hakkâniyet üzere gittiğine tarihin şahitlik ettiği bu zât, Râşid Halifelerden Hz. Ömer'in neslindendir. Bütün ömrünü, tam da ceddine yakışır bir asalet içinde yaşayarak geçirdi.
* * *
Baba tarafından Emevi, anne tarafından Hz. Ömer'e bağlanan Ömer bin Abdulazîz, en kuvvetli rivâyete göre 679 senesinde (Hicrî 60) Medine'de dünyaya geldi.
Tabiinin büyüklerindendir. Babası Mısır Valisi Abdulaziz, annesi ise Hz. Ömer'in (ra) oğlu Âsım'ın kızıdır.
Çocukluğu daha ziyade Mısır'da geçti. Henüz kırk yaşına bile varmadan, Emevi Devletinin sultanı oldu.
Emevi sultanları, aynı zamanda hilafeti de temsil ediyordu. Dolayısıyla, kendisi de halife sultan olan Ömer bin Abdulazîz, kendinden önceki ve hatta sonraki idarecilerden çok farklı bir profil çizmiştir.
Emeviler tarihinde zalimane icraatleriyle tarihe geçen Yezid, Velid ve Basra Valisi Haccac gibi şahsiyetlerin yanında, Ömer bin Abdulazîz tam bir melek sayılır.
Bu aziz zât, tahta geçer geçmez, Hz. Ali ve nesline karşı duyulan kin ve nefreti gidermeye çalıştı. O zamana kadar hutbelerde Hz. Ali'yi takbih eden söz ve ibarelerin çıkarılmasını temin etti.
Öylesine bir züht ve takvâ içinde yaşadı, öylesine bir adalet ve hakkaniyet üzere icraatlerde bulundu ki, yüz küsur senelik Emevi Saltanatı müddetince, onun gibi ikinci bir şahsiyete daha rastlanılmadı.
Saltanat müddeti çok kısa (iki–üç yıl kadar) sürdü. 41 yaşında vefat etti. Mezarı Humus yakınlarında olup halen de ziyaret mahallidir.
* * *
"Az yeme, az uyuma, az konuşma, çok çalışma" prensibini şiar edinen Ömer bin Abdulazîz, bunu kendi hayatında da aynen tatbik etti. Meselâ, babası vali olduğu halde, konforlu bir hayat yaşamadı. En fakir bir insan gibi yer, içer ve giyinirdi.
İdare anlayışı da diğerlerinden çok farklıydı. İstişaresiz bir iş yapmamaya gayret ederdi. Ferdî şuur yerine, heyetin şuuruna itimad etmeye çalışırdı.
Ömer bin Abdulazîz, işbaşına gelir gelmez, bir meşveret heyetini kurmaya karar verir.
Heyeti dâvet ettiği ilk toplantının açış konuşmasında şunları söylediği rivayet edilir:
"Allah’a hamd, Resûlüne salat ve selâm olsun.
"Ben sizleri, halka yardımcı olacağınız ve mükâfatı Cenâb–ı Hak katında göreceğiniz bir iş için dâvet etmiş bulunuyorum. Hepinizin, veya aranızdan bazılarının düşünce ve görüşünü almadan hiçbir meselede hüküm vermek istemiyorum. Zira, Efendimiz (asm) bir hadisinde 'Başınıza kuru üzüme benzeyen bir Habeşli geçse bile, ona itaat ediniz’ buyurmuştur.
"Durum böyle olunca, halifenin meşrûiyeti için üç şart yeterlidir: Müslüman olmak, hür olmak, ümmetin ekseriyetinden biat almış bulunmak."
Evet, bu üç şarttan bilhassa üçüncüsüne değer veren ender şahsiyetlerden biri olan Ömer bin Abdulazîz, Emevi idarecileri arasında takdir ve duâya en çok mazhar olmuş bir halife sultandır.
Bu harikulâde zâtın, zaten çoğu veciz olan şu sözüyle bahsimizi bitirelim: "Affın en güzeli, hasmını ezmeye müktedir iken yapılandır."
09.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|